Tom en azından haftada bir kez çamaşırları yıkar.
- Tom washes clothes at least once a week.
O, en azından haftada bir kez anne ve babasına yazdı.
- She wrote to her parents at least once a week.
Derhal git, yoksa geç kalacaksın.
- Go at once, otherwise you will be late.
Resimde gördükten sonra, onu derhal tanıdım.
- Having seen him in the picture, I recognized him at once.
Hemen yolculuğa hazırlan.
- Get ready for the trip at once.
Bari hemen başlayalım.
- We may as well start at once.
Bu kalem bana en az yüz dolara mâl oldu.
- This pencil cost me at least a hundred bucks.
O, en azından haftada bir kez anne ve babasına yazdı.
- She wrote to her parents at least once a week.
Gerçeği söylemek gerekirse, bu konu onu hiç ilgilendirmez.
- To tell the truth, this matter does not concern it at all.
Elektronik sigaradan çıkan duman miktarı hiç fena değil.
- The amount of smoke that comes out of an electronic cigarette isn't bad at all.
En sonunda hatasını anladı.
- At last, he realized his error.
Kar taneleri, en sonunda büyük beyaz kuşlara benzeyene kadar büyüdü de büyüdü.
- The snow-flakes seemed larger and larger, at last they looked like great white fowls.
Hiç değilse duş alabilirsin.
- You could at least take a shower.
Hiç olmazsa teşekkür ederim diyebilirsin.
- You might at least say thank you.
Tom başarmak için bir şansı olduğunu düşünmüyordu fakat o hiç olmazsa bir fırsat vermek istedi.
- Tom didn't think he had a chance to succeed, but he at least wanted to give it a shot.
Onun dürüst bir adam olduğunu bir bakışta bildim.
- I knew at a glance that he was an honest man.
Bob maskeli olmasına karşın, ben onu bir bakışta tanıdım.
- Although Bob was in disguise, I recognized him at a glance.
Biz onu yıllarca zararına çalıştırdığımız için binayı satmak zorunda kaldık.
- We had to sell the building because for years we had operated it at a loss.
Arabamı zararına satıyorum.
- I'm selling my car at a loss.
Hangi fakülteyi seçeceği hakkında şaşırmıştı.
- He was at a loss as to which faculty to choose.
O, hangi yoldan gideceğini şaşırmıştı.
- He was at a loss which way to take.
Bir seferde bir şey yapın.
- Do one thing at a time.
Bir mıknatıs bir seferde çok sayıda çiviyi toplayabilir ve tutabilir.
- A magnet can pick up and hold many nails at a time.
Senin metodlarınla hiçbir şekilde aynı fikirde değilim.
- I don't agree with your methods at all.
Tom hiçbir şekilde ikna olmuş gibi görünmüyor.
- Tom doesn't look at all convinced.
O hiçbir biçimde sorun olmayacak.
- It's not going to be a problem at all.
Güneş olmasa hiçbir biçimde yaşayamayız.
- If it were not for the sun, we could not live at all.
Olsa olsa o, ikinci sınıf bir şarkıcı.
- She is a second-rate singer at best.
Endişelenme. İlk bakışta korkutucu gözükebilir, ama aslında çok arkadaş canlısı bir insandır.
- Don't worry. He may look intimidating at first glance, but he's actually a very friendly person.
Şimdi görüyorum ki, ilk bakışta cümleyi yanlış anlamışım.
- Now I see that I misunderstood the sentence at first glance.
Elde herhangi bir iyi referans kitabım yok.
- I don't have any good reference book at hand.
Eldeki işe bağlı kal.
- Stick to the task at hand.
Kaçan tutuklu hala serbest.
- The escaped prisoner is still at large.
İki gün önce kaçan mahkum hâlâ serbest.
- The prisoner who escaped two days ago is still at large.
İlerlememize engel olan şeyler eninde sonunda kaldırıldı.
- The obstacles to our progress have been removed at last.
O gerçekleri ayrıntılı olarak açıkladı.
- He explained the facts at length.
Tom ve ben bu konu hakkında enine boyuna konuştuk.
- Tom and me talked at length about this subject.
Biz konuyu enine boyuna tartıştık.
- We discussed the topic at length.
Neyin tehlikede olduğunun farkındayım.
- I'm aware of what is at stake.
Şirketimizin geleceği tehlikede. Son birkaç yıldır aşırı derecede borçluyuz.
- The future of our company is at stake. We have been heavily in the red for the last couple of years.
Artık bir şey söylemeyeceğim.
- I'll leave it at that.
Artık şimdilik onu bırakalım.
- Let's leave it at that for now.
O zaman, Tom odadaki tek kişiydi.
- Tom was the only person in the room at the time.
Tom o zamanda çalıştığını iddia etti.
- Tom claimed that he was working at the time.
Babam şimdi hastanede iş başında.
- My father is now at work at the hospital.
Tom hâlâ iş başında olmalı.
- Tom should still be at work.
Hiç kimse bir defada birden daha fazla şey yapamaz.
- No one can do more than one thing at a time.
Birisi bir seferde birden fazla şey yapamaz.
- One can't do more than one thing at a time.
Tom Mary'yi asla görmek istemiyor.
- Tom doesn't want to see Mary at all.
Asla hatalı değilsin.
- You are not at all wrong.
Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
- At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
- At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
- At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
- At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
Her zaman gidebilirsin.
- You can leave at any time.
Bir deprem her zaman olabilir.
- An earthquake can happen at any time.
Ağaç çürük ve taş ölü, ve her an düşebilir.
- The tree is rotten and stone dead, and could fall at any time.
Her an yağmur yağabilir.
- It may rain at any time.
En fazla üç saat satın aldık.
- We've bought three hours at best.
O, ona ilk önce inanmadı.
- He didn't believe it at first.
İlk önce kimse bana inanmıyordu.
- No one believed me at first.
Neyse, en azından bir şeyi hallettik.
- Well, at least it's one thing we've accomplished.
Dünyanın en büyük şarkıcıları ve ünlü müzisyenlerinin çoğu şişmandır ya da en azından bariz şekilde tombuldur.
- The world's greatest singers and most of its famous musicians have been fat or at least decidedly plump.
Sonunda evini buldum.
- At length, I found his house.
Sonunda ağlamaya başladı.
- At length, he began to cry.
Aniden bir silah sesi duyduk.
- All at once we heard a shot.
Aniden bir patlama oldu.
- All at once there was an explosion.
Eskiden burada bir ev vardı.
- There used to be a house here at one time.
O, rastgele kitaplar okur.
- He reads books at random.
O, CD'leri rastgele dinledi.
- She listened to her CDs at random.
Hastanede bir randevun olsa bile en azından iki saat beklemek zorundasın, bu yüzden bunun için hazır ol.
- At that hospital, even if you've got an appointment you have to wait at least two hours, so be ready for that.
Ben daha ona bakmadım bile.
- I haven't even looked at that yet.
O arada bir saldırganlaşır.
- He gets tough at times.
Hoşuma gittiğin kadar, bazen su katılmamış bir pislik olabildiğini de düşünüyorum.
- As much as I like you, I think you can be a total jerk at times.
Bazen curve'ü carve ile karıştırıyorum.
- At times I confuse curve with carve.
Tom'un pazartesi günü hiç dersi yok.
- Tom has no classes at all on Monday.
Onun tuhaf olduğunu hiç de düşünmüyorum.
- I don't think it's strange at all.
Onun herkesi rahatlatan alçakgönüllü bir havası vardı.
- She had an unassuming air that put everyone at ease.
Onun tebessümü onu rahatlattı.
- His smile put her at ease.
İlk olarak, her şey zor görünüyordu.
- At first, everything seemed difficult.
O, ilk olarak ondan hoşlanmadı.
- She didn't like him at first.
O, ilk önce atı beğenmedi.
- She didn't like the horse at first.
İlk önce kimse bana inanmıyordu.
- No one believed me at first.
Noel yakın, değil mi?
- Christmas is near at hand, isn't it?
Giriş sınavımız çok yakındı.
- Our entrance examination was near at hand.
Bay Nakamura evde mi?
- Is Mr Nakamura at home?
Bu gece evde mi kalacaksın?
- Will you stay at home tonight?
Seni kendi evindeymiş gibi hissettirmek istedim.
- I wanted to make you feel at home.
Sonunda,gerçeği öğrendik.
- At last, the truth became known to us.
Sonunda, dikkatlice geri saymaya başladılar.
- At last, they began to count down cautiously.
O gerçekleri ayrıntılı olarak açıkladı.
- He explained the facts at length.
Tom en çok on üç yaşında.
- Tom is at most thirteen years old.
O en çok on sekizdir.
- She is eighteen at most.
O, en fazla yirmi yaşındadır.
- She's at most 20 years old.
Tom en fazla otuzdur.
- Tom is thirty at most.
Aynı zamanda iki şeyi yapamazsın.
- You can't do two things at once.
Şu anda her şey iyi gidiyor.
- Everything is going well at present.
Şu anda, yine de görüş birliğine varılmalı.
- At present, consensus has yet to be reached.
O anda gerçeklik duyumu yitirdim.
- I lost my sense of reality at that moment.
Sami o anda bunu fark etmedi.
- Sami didn't realize that at that moment.
O, o zamanda uyuyor olabilir.
- He might have been sleeping at that time.
O zamanda biz çocuktuk.
- We were children at that time.
İşte daha az ve evde daha çok zaman geçirmek istiyorum.
- I'd like to spend less time at work and more time at home.
O şimdi işte fakat yedide dönecek.
- He is at work now, but will return at seven.
Ne olursa olsun yağmur durduğunda dışarı gideceğim.
- At any rate I will go out when it stops raining.
Markku ne olursa olsun suçlanmayacak.
- Markku at any rate is not to blame.
Nihayet, Japonya'nın bu bölümüne bahar geldi.
- At last, spring has come to this part of Japan.
Nihayet, çalışmayı sona erdirdiler.
- At last, they ceased working.
Tom ve Mary'nin uzun bir süredir araları açıktır.
- Tom and Mary have been at odds with each other for a long time.
Peter ve Carol'un tatillerini geçirecekleri yerde araları açıktı.
- Peter and Carol were at odds with each other over where to spend their vacation.
Bütün çamaşırımı bir defada yıkayabilir miyim?
- May I wash all my laundry at once?
Bu işlerin hepsini bir defada yapmaya çalışma.
- Don't try to do all these things at once.
Bir zamanlar Amerika'da birçok köle vardı.
- At one time there were many slaves in America.
Biz bir zamanlar düşmandık fakat baltayı gömdük ve şimdi birbirimizle dostane şartlardayız.
- At one time we were enemies, but we've buried the hatchet and we are now on friendly terms with each other.
Bir noktada, bu cümle Esperanto'ya çevrilecek.
- At some point, this sentence will be translated in Esperanto.
Tom yıllarca Mary'den hoşlandı ama bir noktada onun için hisleri aşka dönüştü.
- Tom liked Mary for years, but at some point, his feelings for her changed to love.
Risk altında olan çok şey var.
- There's too much at stake.
Sami o anda bunu fark etmedi.
- Sami didn't realize that at that moment.
Onlar o anda özgürdü.
- They were free at that moment.
O sırada o neredeydi?
- Where was she at that moment?
Hiç olmazsa nedenini araştırmalıyız.
- We have to investigate the cause at any rate.
Hiç olmazsa, bu sizin için iyi bir deneyim olacaktır.
- At any rate, it will be a good experience for you.
Yine de, yağmur durduğunda dışarı çıkabilirim.
- At any rate, I can go out when it stops raining.
İlk zamanlar bunu yapmaktan hoşlanmadım.
- I didn't like doing this at first.
İlk zamanlar şüpheciydim.
- I was skeptical at first.
Başlangıçta, ondan hoşlanmadım.
- At first, I didn't like him.
Başlangıçta, çok hızlı konuştukları zaman insanları zorlukla anlardım.
- At first, I had difficulty understanding people when they spoke too fast.
At that precise position, at Jim’s house.
I'm offering it - just to select customers - at cost.
Men at work.
At six o’clock, at closing time.
This report is certainly not comprehensive; it is more of a Marketing Division at a glance.
We sold those old computers at a loss.
I have fixed the parts I understand, and the rest leaves me at a loss.
climb stairs two at a time.
He manages to abstain from smoking for weeks at a time, but then gives in and starts again.
If you can see any problems at all, tell us so we can fix them.
Jim broke the window — or maybe it was John? At any rate, the window’s broken now.
These two books of sacred, and secular, passages for memory—will serve other good purposes besides merely occupying vacant hours: they will help to keep at bay many anxious thoughts, worrying thoughts, uncharitable thoughts, unholy thoughts.
Instead of mounted riders following a pack of hounds, it is envisaged that just two dogs will be used to locate a stag and hold it at bay.
At first glance, thinking well of yourself seems obviously preferable to thinking poorly of yourself. But the problem with.
I don't have the information at hand, but I can look it up.
The problem at hand is not the inability of the Arabs and the Jews to live together peacefully.
He felt it, as did the other dogs, and knew that a change was at hand.
Even though I still live at home, I'm quite successful.
Where is your computer? - I left it behind at home because the battery is dead.
I'm right at home in my new university.
Some people support the measure, but the community at large will probably be against it.
The like example I find in Lælius à Fonte Eugubinus, consult. 129 . Read in him the story at large.
The ambassador-at-large was designated to the Middle East as a region, rather than to a specific country.
After three hundred years had passed, the vampire's soul was at last free.
After exhausting all possibilities, Holmes was at last satisfied the problem was unsolvable.
I couldn't count them all, but I think there must have been at least 500 people in attendance.
He went on at length about his supposed qualifications.
How long I slept I cannot tell, for I had nothing to guide me to the time, but woke at length, and found myself still in darkness.
The witness' statement seems to be at odds with the evidence, not a good sign for the prosecutor.
Tell the doctor to come at once. She is having a baby.
He tried to eat four cookies at once.
At one time, I could walk ten miles in a day, but I can't any longer.
At rest, the car is impressive but when it's moving, the sight is astounding.
I see my reputation is at stake. — Shakespeare.
He went to a famous school, and a good one at that.
Maybe I am, at that.
What were you doing then?
- What were you doing at that time?
I know what time you said you'd get there, but I couldn't get there then.
- I know what time you said you would be there, but I wasn't able to be there at that time.
The horses make dust as they run.
- Atlar, koşarken toz yapar.
All horses are animals, but not all animals are horses.
- Tüm atlar hayvandır ama tüm hayvanlar at değildir.
The quick brown fox jumps over the lazy dog.
- Hızlı kahverengi tilki tembel köpeğin üzerine atlar.
The quick brown fox jumps over a lazy dog.
- Hızlı kahverengi tilki, tembel bir köpeğin üzerinden atlar.
Sami shot the horses in the stables.
- Sami ahırlardaki atları vurdu.
Layla shot her horses in the stable.
- Leyla ahırdaki atlarını vurdu.