Hasta olma sana en azından evde kalmak ve film izlemek için mükemmel bir bahane verir.
- At least being sick gives you the perfect excuse to stay home and watch movies.
Birisi sana yardım ettiğinde, en azından, teşekkür ederim diyebilirdin.
- You might at least have said, Thank you, when someone helped you.
Derhal git, yoksa geç kalacaksın.
- Go at once, otherwise you will be late.
Derhal işimize başlayalım.
- Let's begin our work at once.
Bizim için sürpriz oldu, o hemen yeniden hayata döndü.
- To our surprise, she revived at once.
Bari hemen başlayalım.
- We may as well start at once.
Günde en az yedi saat uyumak zorundayız.
- We must sleep at least seven hours a day.
Bu kalem bana en az yüz dolara mâl oldu.
- This pencil cost me at least a hundred bucks.
Sınavda başarısız olarak hakettiğin cezayı gördün,sınava hiç çalışmadın.
- It serves you right that you failed your exam. You didn't study for it at all.
Elektronik sigaradan çıkan duman miktarı hiç fena değil.
- The amount of smoke that comes out of an electronic cigarette isn't bad at all.
En sonunda hatasını anladı.
- At last, he realized his error.
Kar taneleri, en sonunda büyük beyaz kuşlara benzeyene kadar büyüdü de büyüdü.
- The snow-flakes seemed larger and larger, at last they looked like great white fowls.
Hiç değilse duş alabilirsin.
- You could at least take a shower.
Hiç olmazsa teşekkür ederim diyebilirsin.
- You might at least say thank you.
Hiç olmazsa teşekkür ederim diyebilirsin.
- You could at least say thank you.
Onun sıradan bir adam olduğunu bir bakışta anladım.
- I saw at a glance that he was an ordinary man.
Bob maskeli olmasına karşın, ben onu bir bakışta tanıdım.
- Although Bob was in disguise, I recognized him at a glance.
Biz onu yıllarca zararına çalıştırdığımız için binayı satmak zorunda kaldık.
- We had to sell the building because for years we had operated it at a loss.
Arabamı zararına satıyorum.
- I'm selling my car at a loss.
Hangi fakülteyi seçeceği hakkında şaşırmıştı.
- He was at a loss as to which faculty to choose.
Tom paranın nereye gittiğini açıklamak için ne yapacağını şaşırmış.
- Tom was at a loss to explain where the money had gone.
Belki bir seferde bir şey yapmaya çalışmalısın.
- Perhaps you should try doing one thing at a time.
O, bir seferde altı kutu taşıdı.
- He carried six boxes at a time.
Senin metodlarınla hiçbir şekilde aynı fikirde değilim.
- I don't agree with your methods at all.
Tom hiçbir şekilde ikna olmuş gibi görünmüyor.
- Tom doesn't look at all convinced.
O hiçbir biçimde sorun olmayacak.
- It's not going to be a problem at all.
Güneş olmasa hiçbir biçimde yaşayamayız.
- If it were not for the sun, we could not live at all.
Olsa olsa o, ikinci sınıf bir şarkıcı.
- She is a second-rate singer at best.
Endişelenme. İlk bakışta korkutucu gözükebilir, ama aslında çok arkadaş canlısı bir insandır.
- Don't worry. He may look intimidating at first glance, but he's actually a very friendly person.
Şimdi, ilk bakışta cümleyi yanlış anladığımı görüyorum.
- Now I see that I misunderstood the sentence at first glance.
Eldeki probleme odaklanmış kalmaya çalışalım.
- Let's try to stay focused on the problem at hand.
Elde herhangi bir iyi referans kitabım yok.
- I don't have any good reference book at hand.
İki gün önce kaçan mahkum hâlâ serbest.
- The prisoner who escaped two days ago is still at large.
Kaçan tutuklu hala serbest.
- The escaped prisoner is still at large.
İlerlememize engel olan şeyler eninde sonunda kaldırıldı.
- The obstacles to our progress have been removed at last.
O gerçekleri ayrıntılı olarak açıkladı.
- He explained the facts at length.
Biz konuyu enine boyuna tartıştık.
- We discussed the topic at length.
Tom ve ben bu konu hakkında enine boyuna konuştuk.
- Tom and me talked at length about this subject.
Onun hayatı tehlikede.
- His life is at stake.
Neyin tehlikede olduğunun farkındayım.
- I'm aware of what is at stake.
Artık önemli olduğuna inanmadığım, o zamanlar önemli olduğunu düşündüğüm çok şey vardı.
- There were many things that I thought were important at that time that I no longer believe are important.
Artık şimdilik onu bırakalım.
- Let's leave it at that for now.
O zaman, Tom odadaki tek kişiydi.
- Tom was the only person in the room at the time.
Ben o zaman görevde değildim.
- I was off duty at the time.
Çalışma odasında hâlâ iş başında.
- He is still at work in the workroom.
Babam şimdi hastanede iş başında.
- My father is now at work at the hospital.
Hiç kimse bir defada birden daha fazla şey yapamaz.
- No one can do more than one thing at a time.
Birisi bir seferde birden fazla şey yapamaz.
- One can't do more than one thing at a time.
Tom Mary'yi asla görmek istemiyor.
- Tom doesn't want to see Mary at all.
Tom asla sizinle aynı fikirde görünmüyor.
- Tom doesn't seem to agree with you at all.
Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
- At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
- At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
- At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
- At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
Her zaman gidebilirsin.
- You can leave at any time.
Bir deprem her zaman olabilir.
- An earthquake can happen at any time.
Bina her an çökebilir.
- The building may crash at any time.
O her an meydana gelebilir.
- That could happen at any time.
En fazla üç saat satın aldık.
- We've bought three hours at best.
Tom'dan ilk önce nefret ettim.
- I hated Tom at first.
İlk önce kimse bana inanmıyordu.
- No one believed me at first.
Neyse, en azından bir şeyi hallettik.
- Well, at least it's one thing we've accomplished.
Dünyanın en büyük şarkıcıları ve ünlü müzisyenlerinin çoğu şişmandır ya da en azından bariz şekilde tombuldur.
- The world's greatest singers and most of its famous musicians have been fat or at least decidedly plump.
Sonunda evini buldum.
- At length, I found his house.
Sonunda ağlamaya başladı.
- At length, he began to cry.
Aniden gökyüzü karardı ve yağmur başladı.
- All at once the sky became dark and it started to rain.
Aniden bir feryat duydum.
- All at once, I heard a cry.
Eskiden burada bir ev vardı.
- There used to be a house here at one time.
O, rastgele kitap satın aldı.
- He bought books at random.
O, rastgele kitaplar okur.
- He reads books at random.
O zaman biz bile Boston'da değildik.
- We weren't even in Boston at that time.
Tom o zaman o bandoyu hiç duymadı bile.
- Tom had never even heard of that band at that time.
O arada bir saldırganlaşır.
- He gets tough at times.
Bazen yalnız hissediyorum.
- I get lonely at times.
Hepimiz bazen bir aptal gibi davranırız.
- We all make fools of ourselves at times.
Onun tuhaf olduğunu hiç de düşünmüyorum.
- I don't think it's strange at all.
Tom, Mary'ye hiç de kulak asmadı.
- Tom paid no attention to Mary at all.
Babamın şirketinde asla rahat hissetmedim.
- I never felt at ease in my father's company.
Onun herkesi rahatlatan alçakgönüllü bir havası vardı.
- She had an unassuming air that put everyone at ease.
İlk olarak, onlar ona inanmadılar.
- At first, they didn't believe him.
İlk olarak, Tom Fransızcanın zor olduğunu düşündü ama onun kolay olduğunu düşünüyor.
- At first, Tom thought French was difficult, but now he thinks it's easy.
O, ilk önce atı beğenmedi.
- She didn't like the horse at first.
İlk önce kimse bana inanmıyordu.
- No one believed me at first.
Kararlaştırılmış gün çok yakın.
- The appointed day is close at hand.
Giriş sınavımız çok yakındı.
- Our entrance examination was near at hand.
Öğle yemeğini evde yedi.
- She has lunch at home.
Bay Nakamura evde mi?
- Is Mr. Nakamura at home?
Seni kendi evindeymiş gibi hissettirmek istedim.
- I wanted to make you feel at home.
Sonunda,gerçeği öğrendik.
- At last, the truth became known to us.
Açlıktan ve yorgunluktan dolayı, köpek sonunda öldü.
- With hunger and fatigue, the dog died at last.
O gerçekleri ayrıntılı olarak açıkladı.
- He explained the facts at length.
Tom en çok on üç yaşında.
- Tom is at most thirteen years old.
O en çok on sekizdir.
- She is eighteen at most.
Tom en fazla otuzdur.
- Tom is thirty at most.
En fazla 20 dolar ödeyecek.
- He will pay 20 dollars at most.
Aynı zamanda iki şeyi yapamazsın.
- You can't do two things at once.
Şu anda her şey iyi gidiyor.
- Everything is going well at present.
Benim şu anda paraya ihtiyacım yok.
- I don't need money at present.
O anda gerçeklik duyumu yitirdim.
- I lost my sense of reality at that moment.
Onlar o anda özgürdü.
- They were free at that moment.
Sanırım o zamanda hiçbirimiz zaman makinesine oldukça inanmıyordu.
- I think that at that time none of us quite believed in the Time Machine.
O, o zamanda uyuyor olabilir.
- He might have been sleeping at that time.
O şimdi işte fakat yedide dönecek.
- He is at work now, but will come back at seven.
Dün gece fazla uyuyamadım bu yüzden bütün gün işte uyukluyordum.
- I didn't get much sleep last night so I was nodding off all day at work.
Ne olursa olsun, programı değiştiremeyiz.
- At any rate, we can't change the schedule.
Markku ne olursa olsun suçlanmayacak.
- Markku at any rate is not to blame.
Nihayet, onlar kanla özgürlüğü satın aldı.
- At last, they purchased freedom with blood.
Nihayet, çalışmayı sona erdirdiler.
- At last, they ceased working.
Tom ve Mary'nin uzun bir süredir araları açıktır.
- Tom and Mary have been at odds with each other for a long time.
Peter ve Carol'un tatillerini geçirecekleri yerde araları açıktı.
- Peter and Carol were at odds with each other over where to spend their vacation.
Bu işlerin hepsini bir defada yapmaya çalışma.
- Don't try to do all these things at once.
Bütün çamaşırımı bir defada yıkayabilir miyim?
- May I wash all my laundry at once?
Bir zamanlar Amerika'da birçok köle vardı.
- At one time there were many slaves in America.
Bir zamanlar burada bir köprü vardı.
- At one time, there was a bridge here.
Tom yıllarca Mary'den hoşlandı ama bir noktada onun için hisleri aşka dönüştü.
- Tom liked Mary for years, but at some point, his feelings for her changed to love.
Hiçbir münakaşa hayrına bitmez, bir noktada illa ki tekrar su yüzüne çıkar.
- No controversy is ever over for good. It will always resurface at some point.
Risk altında olan çok şey var.
- There's too much at stake.
Sami o anda bunu fark etmedi.
- Sami didn't realize that at that moment.
O anda gerçeklik duyumu yitirdim.
- I lost my sense of reality at that moment.
O sırada o neredeydi?
- Where was she at that moment?
Hiç olmazsa nedenini araştırmalıyız.
- We have to investigate the cause at any rate.
Hiç olmazsa, bu sizin için iyi bir deneyim olacaktır.
- At any rate, it will be a good experience for you.
Yine de, yağmur durduğunda dışarı çıkabilirim.
- At any rate, I can go out when it stops raining.
Tom ilk zamanlar Mary'ye inanmıyordu.
- Tom didn't believe Mary at first.
İlk zamanlar bunu yapmaktan hoşlanmadım.
- I didn't like doing this at first.
Başlangıçta, ondan hoşlanmadım.
- At first, I didn't like him.
Başlangıçta hatalarım hakkında endişeliydim.
- I was worried about my mistakes at first.
At that precise position, at Jim’s house.
I'm offering it - just to select customers - at cost.
Men at work.
At six o’clock, at closing time.
This report is certainly not comprehensive; it is more of a Marketing Division at a glance.
We sold those old computers at a loss.
I have fixed the parts I understand, and the rest leaves me at a loss.
climb stairs two at a time.
He manages to abstain from smoking for weeks at a time, but then gives in and starts again.
If you can see any problems at all, tell us so we can fix them.
Jim broke the window — or maybe it was John? At any rate, the window’s broken now.
These two books of sacred, and secular, passages for memory—will serve other good purposes besides merely occupying vacant hours: they will help to keep at bay many anxious thoughts, worrying thoughts, uncharitable thoughts, unholy thoughts.
Instead of mounted riders following a pack of hounds, it is envisaged that just two dogs will be used to locate a stag and hold it at bay.
At first glance, thinking well of yourself seems obviously preferable to thinking poorly of yourself. But the problem with.
I don't have the information at hand, but I can look it up.
The problem at hand is not the inability of the Arabs and the Jews to live together peacefully.
He felt it, as did the other dogs, and knew that a change was at hand.
Even though I still live at home, I'm quite successful.
Where is your computer? - I left it behind at home because the battery is dead.
I'm right at home in my new university.
Some people support the measure, but the community at large will probably be against it.
The like example I find in Lælius à Fonte Eugubinus, consult. 129 . Read in him the story at large.
The ambassador-at-large was designated to the Middle East as a region, rather than to a specific country.
After three hundred years had passed, the vampire's soul was at last free.
After exhausting all possibilities, Holmes was at last satisfied the problem was unsolvable.
I couldn't count them all, but I think there must have been at least 500 people in attendance.
He went on at length about his supposed qualifications.
How long I slept I cannot tell, for I had nothing to guide me to the time, but woke at length, and found myself still in darkness.
The witness' statement seems to be at odds with the evidence, not a good sign for the prosecutor.
Tell the doctor to come at once. She is having a baby.
He tried to eat four cookies at once.
At one time, I could walk ten miles in a day, but I can't any longer.
At rest, the car is impressive but when it's moving, the sight is astounding.
I see my reputation is at stake. — Shakespeare.
He went to a famous school, and a good one at that.
Maybe I am, at that.
I know you told me when you'd be coming, but I couldn't get there then.
- I know what time you said you would be there, but I wasn't able to be there at that time.
I know what time you said you'd get there, but I couldn't get there then.
- I know what time you said you would be there, but I wasn't able to be there at that time.
We took care of our horses by turns.
- Atlarımıza nöbetleşe baktık.
Tom raises Arabian horses.
- Tom Arap atları yetiştirir.
The quick brown fox jumps over the lazy dog.
- Hızlı kahverengi tilki tembel köpeğin üzerine atlar.
He frequently jumps from one topic to another while he is talking.
- O konuşurken çoğunlukla bir konudan diğerine atlar.
Sami shot the horses in the stables.
- Sami ahırlardaki atları vurdu.
Layla shot her horses in the stable.
- Leyla ahırdaki atlarını vurdu.