Birisi sana yardım ettiğinde, en azından, teşekkür ederim diyebilirdin.
- You might at least have said, Thank you, when someone helped you.
Hasta olma sana en azından evde kalmak ve film izlemek için mükemmel bir bahane verir.
- At least being sick gives you the perfect excuse to stay home and watch movies.
Derhal git, yoksa geç kalacaksın.
- Go at once, otherwise you will be late.
Derhal işimize başlayalım.
- Let's begin our work at once.
Bizim için sürpriz oldu, o hemen yeniden hayata döndü.
- To our surprise, she revived at once.
Hemen yolculuğa hazırlan.
- Get ready for the trip at once.
Onun bu görev için nitelikli olması en az iki yılını alacak.
- It will take her at least two years to be qualified for that post.
Günde en az yedi saat uyumak zorundayız.
- We must sleep at least seven hours a day.
Elektronik sigaradan çıkan duman miktarı hiç fena değil.
- The amount of smoke that comes out of an electronic cigarette isn't bad at all.
Sınavda başarısız olarak hakettiğin cezayı gördün,sınava hiç çalışmadın.
- It serves you right that you failed your exam. You didn't study for it at all.
En sonunda hatasını anladı.
- At last, he realized his error.
Kar taneleri, en sonunda büyük beyaz kuşlara benzeyene kadar büyüdü de büyüdü.
- The snow-flakes seemed larger and larger, at last they looked like great white fowls.
Hiç değilse duş alabilirsin.
- You could at least take a shower.
Hiç olmazsa teşekkür ederim diyebilirsin.
- You could at least say thank you.
Hiç olmazsa teşekkür ederim diyebilirsin.
- You might at least say thank you.
Onun sıradan bir adam olduğunu bir bakışta anladım.
- I saw at a glance that he was an ordinary man.
O, kızının ağladığını bir bakışta gördü.
- He saw at a glance that his daughter had been crying.
Biz onu yıllarca zararına çalıştırdığımız için binayı satmak zorunda kaldık.
- We had to sell the building because for years we had operated it at a loss.
Arabamı zararına satıyorum.
- I'm selling my car at a loss.
Hangi fakülteyi seçeceği hakkında şaşırmıştı.
- He was at a loss as to which faculty to choose.
Tom paranın nereye gittiğini açıklamak için ne yapacağını şaşırmış.
- Tom was at a loss to explain where the money had gone.
Bir seferde bir şey yapın.
- Do one thing at a time.
Tom'un bir seferde sadece bir ziyartçisi olması gerekiyor.
- Tom is only supposed to have one visitor at a time.
Senin metodlarınla hiçbir şekilde aynı fikirde değilim.
- I don't agree with your methods at all.
Tom hiçbir şekilde ikna olmuş gibi görünmüyor.
- Tom doesn't look at all convinced.
Güneş olmasa hiçbir biçimde yaşayamayız.
- If it were not for the sun, we could not live at all.
O hiçbir biçimde sorun olmayacak.
- It's not going to be a problem at all.
Olsa olsa o, ikinci sınıf bir şarkıcı.
- She is a second-rate singer at best.
Şimdi, ilk bakışta cümleyi yanlış anladığımı görüyorum.
- Now I see that I misunderstood the sentence at first glance.
Endişelenme. İlk bakışta korkutucu gözükebilir, ama aslında çok arkadaş canlısı bir insandır.
- Don't worry. He may look intimidating at first glance, but he's actually a very friendly person.
Eldeki işe konsantre olalım.
- Let's concentrate on the job at hand.
Eldeki işe bağlı kal.
- Stick to the task at hand.
İki gün önce kaçan mahkum hâlâ serbest.
- The prisoner who escaped two days ago is still at large.
Kaçan tutuklu hala serbest.
- The escaped prisoner is still at large.
İlerlememize engel olan şeyler eninde sonunda kaldırıldı.
- The obstacles to our progress have been removed at last.
O gerçekleri ayrıntılı olarak açıkladı.
- He explained the facts at length.
Tom ve ben bu konu hakkında enine boyuna konuştuk.
- Tom and me talked at length about this subject.
Biz konuyu enine boyuna tartıştık.
- We discussed the topic at length.
Şirketimizin geleceği tehlikede. Son birkaç yıldır aşırı derecede borçluyuz.
- The future of our company is at stake. We have been heavily in the red for the last couple of years.
Burada neyin tehlikede olduğunun farkındayım.
- I'm aware of what is at stake here.
Artık bir şey söylemeyeceğim.
- I'll leave it at that.
Artık şimdilik onu bırakalım.
- Let's leave it at that for now.
Tom o zamanda çalıştığını iddia etti.
- Tom claimed that he was working at the time.
Ben o zaman görevde değildim.
- I was off duty at the time.
Çalışma odasında hâlâ iş başında.
- He is still at work in the workroom.
Babam şimdi hastanede iş başında.
- My father is now at work at the hospital.
Hiç kimse bir defada birden daha fazla şey yapamaz.
- No one can do more than one thing at a time.
Birisi bir seferde birden fazla şey yapamaz.
- One can't do more than one thing at a time.
Tom Mary'yi asla görmek istemiyor.
- Tom doesn't want to see Mary at all.
Tom asla sizinle aynı fikirde görünmüyor.
- Tom doesn't seem to agree with you at all.
Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
- At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
- At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
- At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
- At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
Beni her zaman arayabilirsin.
- You can call me at any time.
Bir deprem her zaman olabilir.
- An earthquake can happen at any time.
Her an yağmur yağabilir.
- It may rain at any time.
Tom her an gelebilir.
- Tom may come at any time.
En fazla üç saat satın aldık.
- We've bought three hours at best.
İlk önce kimse bana inanmıyordu.
- No one believed me at first.
O, ona ilk önce inanmadı.
- He didn't believe it at first.
Neyse, en azından bir şeyi hallettik.
- Well, at least it's one thing we've accomplished.
Dünyanın en büyük şarkıcıları ve ünlü müzisyenlerinin çoğu şişmandır ya da en azından bariz şekilde tombuldur.
- The world's greatest singers and most of its famous musicians have been fat or at least decidedly plump.
Sonunda ağlamaya başladı.
- At length, he began to cry.
Sonunda evini buldum.
- At length, I found his house.
Aniden bir silah sesi duyduk.
- All at once we heard a shot.
Aniden bir feryat duydum.
- All at once, I heard a cry.
Eskiden burada bir ev vardı.
- There used to be a house here at one time.
O, rastgele kitaplar okur.
- He reads books at random.
Rastgele üç kitap seç.
- Choose three books at random.
Ben daha ona bakmadım bile.
- I haven't even looked at that yet.
Hastanede bir randevun olsa bile en azından iki saat beklemek zorundasın, bu yüzden bunun için hazır ol.
- At that hospital, even if you've got an appointment you have to wait at least two hours, so be ready for that.
O arada bir saldırganlaşır.
- He gets tough at times.
Hepimiz bazen bir aptal gibi davranırız.
- We all make fools of ourselves at times.
Bazen onu anlayamıyorum.
- At times I can't understand him.
Tom, Mary'ye hiç de kulak asmadı.
- Tom paid no attention to Mary at all.
Onun tuhaf olduğunu hiç de düşünmüyorum.
- I don't think it's strange at all.
Onun herkesi rahatlatan alçakgönüllü bir havası vardı.
- She had an unassuming air that put everyone at ease.
Çince konuştuğumda içim rahat hissetmeye başlıyorum.
- I'm beginning to feel at ease when I speak in Chinese.
O, ilk olarak ondan hoşlanmadı.
- She didn't like him at first.
İlk olarak, her şey zor görünüyordu.
- At first, everything seemed difficult.
İlk önce kimse bana inanmıyordu.
- No one believed me at first.
O, ilk önce atı beğenmedi.
- She didn't like the horse at first.
Noel yakın, değil mi?
- Christmas is near at hand, isn't it?
Küresel bir kriz yakındır.
- A global crisis is at hand.
Eğer yarın yağmur yağarsa, bütün gün evde kalacağım.
- If it rains tomorrow, I will stay at home all day.
Bay Nakamura evde mi?
- Is Mr Nakamura at home?
Seni kendi evindeymiş gibi hissettirmek istedim.
- I wanted to make you feel at home.
Açlıktan ve yorgunluktan dolayı, köpek sonunda öldü.
- With hunger and fatigue, the dog died at last.
Sonunda,gerçeği öğrendik.
- At last, the truth became known to us.
O gerçekleri ayrıntılı olarak açıkladı.
- He explained the facts at length.
En çok, Henry'nin sadece altı doları var.
- At most, Henry has only six dollars.
Tom en çok on üç yaşında.
- Tom is at most thirteen years old.
Onun en fazla 100 doları var.
- He has at most 100 dollars.
En fazla 20 dolar ödeyecek.
- He will pay 20 dollars at most.
Aynı zamanda iki şeyi yapamazsın.
- You can't do two things at once.
Onlar şu anda İngiltere'de büyük bir şirket için çalışıyorlar.
- At present they are working for a big company in England.
Benim şu anda paraya ihtiyacım yok.
- I don't need money at present.
O anda dünya ile tam bir uyum içinde olduğumu hissettim.
- At that moment, I felt in complete harmony with the world.
O anda gerçeklik duyumu yitirdim.
- I lost my sense of reality at that moment.
O zamanda güneşte banyo yapıyordu.
- At that time, she was bathing in the sun.
O, o zamanda uyuyor olabilir.
- He might have been sleeping at that time.
Dün gece fazla uyuyamadım bu yüzden bütün gün işte uyukluyordum.
- I didn't get much sleep last night so I was nodding off all day at work.
O şimdi işte fakat yedide dönecek.
- He is at work now, but will return at seven.
Ne olursa olsun yağmur durduğunda dışarı gideceğim.
- At any rate I will go out when it stops raining.
Markku ne olursa olsun suçlanmayacak.
- Markku at any rate is not to blame.
Nihayet, çalışmayı sona erdirdiler.
- At last, they ceased working.
Nihayet, Japonya'nın bu bölümüne bahar geldi.
- At last, spring has come to this part of Japan.
Tom ve Mary'nin uzun bir süredir araları açıktır.
- Tom and Mary have been at odds with each other for a long time.
Peter ve Carol'un tatillerini geçirecekleri yerde araları açıktı.
- Peter and Carol were at odds with each other over where to spend their vacation.
Kimse bir defada iki şeyi yapamaz.
- Nobody can do two things at once.
Bütün çamaşırımı bir defada yıkayabilir miyim?
- May I wash all my laundry at once?
Bir zamanlar burada bir köprü vardı.
- At one time, there was a bridge here.
Biz bir zamanlar düşmandık fakat baltayı gömdük ve şimdi birbirimizle dostane şartlardayız.
- At one time we were enemies, but we've buried the hatchet and we are now on friendly terms with each other.
Hiçbir münakaşa hayrına bitmez, bir noktada illa ki tekrar su yüzüne çıkar.
- No controversy is ever over for good. It will always resurface at some point.
Tom yıllarca Mary'den hoşlandı ama bir noktada onun için hisleri aşka dönüştü.
- Tom liked Mary for years, but at some point, his feelings for her changed to love.
Risk altında olan çok şey var.
- There's too much at stake.
O anda dünya ile tam bir uyum içinde olduğumu hissettim.
- At that moment, I felt in complete harmony with the world.
Sami o anda bunu fark etmedi.
- Sami didn't realize that at that moment.
O sırada o neredeydi?
- Where was she at that moment?
Hiç olmazsa, bu sizin için iyi bir deneyim olacaktır.
- At any rate, it will be a good experience for you.
Hiç olmazsa nedenini araştırmalıyız.
- We have to investigate the cause at any rate.
Yine de, yağmur durduğunda dışarı çıkabilirim.
- At any rate, I can go out when it stops raining.
İlk zamanlar şüpheciydim.
- I was skeptical at first.
Tom ilk zamanlar Mary'ye inanmıyordu.
- Tom didn't believe Mary at first.
Başlangıçta, çok hızlı konuştukları zaman insanları zorlukla anlardım.
- At first, I had difficulty understanding people when they spoke too fast.
Başlangıçta, ondan hoşlanmadım.
- At first, I didn't like him.
At that precise position, at Jim’s house.
I'm offering it - just to select customers - at cost.
Men at work.
At six o’clock, at closing time.
This report is certainly not comprehensive; it is more of a Marketing Division at a glance.
We sold those old computers at a loss.
I have fixed the parts I understand, and the rest leaves me at a loss.
climb stairs two at a time.
He manages to abstain from smoking for weeks at a time, but then gives in and starts again.
If you can see any problems at all, tell us so we can fix them.
Jim broke the window — or maybe it was John? At any rate, the window’s broken now.
These two books of sacred, and secular, passages for memory—will serve other good purposes besides merely occupying vacant hours: they will help to keep at bay many anxious thoughts, worrying thoughts, uncharitable thoughts, unholy thoughts.
Instead of mounted riders following a pack of hounds, it is envisaged that just two dogs will be used to locate a stag and hold it at bay.
At first glance, thinking well of yourself seems obviously preferable to thinking poorly of yourself. But the problem with.
I don't have the information at hand, but I can look it up.
The problem at hand is not the inability of the Arabs and the Jews to live together peacefully.
He felt it, as did the other dogs, and knew that a change was at hand.
Even though I still live at home, I'm quite successful.
Where is your computer? - I left it behind at home because the battery is dead.
I'm right at home in my new university.
Some people support the measure, but the community at large will probably be against it.
The like example I find in Lælius à Fonte Eugubinus, consult. 129 . Read in him the story at large.
The ambassador-at-large was designated to the Middle East as a region, rather than to a specific country.
After three hundred years had passed, the vampire's soul was at last free.
After exhausting all possibilities, Holmes was at last satisfied the problem was unsolvable.
I couldn't count them all, but I think there must have been at least 500 people in attendance.
He went on at length about his supposed qualifications.
How long I slept I cannot tell, for I had nothing to guide me to the time, but woke at length, and found myself still in darkness.
The witness' statement seems to be at odds with the evidence, not a good sign for the prosecutor.
Tell the doctor to come at once. She is having a baby.
He tried to eat four cookies at once.
At one time, I could walk ten miles in a day, but I can't any longer.
At rest, the car is impressive but when it's moving, the sight is astounding.
I see my reputation is at stake. — Shakespeare.
He went to a famous school, and a good one at that.
Maybe I am, at that.
I know what time you said you'd get there, but I couldn't get there then.
- I know what time you said you would be there, but I wasn't able to be there at that time.
I know what time you told me to be there, but I couldn't get there then.
- I know what time you said you would be there, but I wasn't able to be there at that time.
We took care of our horses by turns.
- Atlarımıza nöbetleşe baktık.
The horses make dust as they run.
- Atlar, koşarken toz yapar.
The quick brown fox jumps over the lazy dog.
- Hızlı kahverengi tilki tembel köpeğin üzerine atlar.
He frequently jumps from one topic to another while he is talking.
- O konuşurken çoğunlukla bir konudan diğerine atlar.
Sami shot the horses in the stables.
- Sami ahırlardaki atları vurdu.
Layla shot her horses in the stable.
- Leyla ahırdaki atlarını vurdu.