Birisi sana yardım ettiğinde, en azından, teşekkür ederim diyebilirdin.
- You might at least have said, Thank you, when someone helped you.
Hasta olma sana en azından evde kalmak ve film izlemek için mükemmel bir bahane verir.
- At least being sick gives you the perfect excuse to stay home and watch movies.
Derhal bir diş hekimi ile görüşsen iyi olur.
- You'd better see a dentist at once.
Start derhal yapılmalı.
- A start should be made at once.
Hemen yolculuğa hazırlan.
- Get ready for the trip at once.
Onu hemen tanıdım, çünkü onu daha önce görmüştüm.
- I recognized him at once, because I had seen him before.
Bu kalem bana en az yüz dolara mâl oldu.
- This pencil cost me at least a hundred bucks.
O, en azından haftada bir kez anne ve babasına yazdı.
- She wrote to her parents at least once a week.
Gerçeği söylemek gerekirse, bu konu onu hiç ilgilendirmez.
- To tell the truth, this matter does not concern it at all.
Düne karşın,bugün hiç sıcak değil.
- In contrast to yesterday, it isn't hot at all today.
Kar taneleri, en sonunda büyük beyaz kuşlara benzeyene kadar büyüdü de büyüdü.
- The snow-flakes seemed larger and larger, at last they looked like great white fowls.
En sonunda hatasını anladı.
- At last, he realized his error.
Hiç değilse duş alabilirsin.
- You could at least take a shower.
Tom başarmak için bir şansı olduğunu düşünmüyordu fakat o hiç olmazsa bir fırsat vermek istedi.
- Tom didn't think he had a chance to succeed, but he at least wanted to give it a shot.
Hiç olmazsa teşekkür ederim diyebilirsin.
- You might at least say thank you.
Bob maskeli olmasına karşın, ben onu bir bakışta tanıdım.
- Although Bob was in disguise, I recognized him at a glance.
Onun sıradan bir adam olduğunu bir bakışta anladım.
- I saw at a glance that he was an ordinary man.
Biz onu yıllarca zararına çalıştırdığımız için binayı satmak zorunda kaldık.
- We had to sell the building because for years we had operated it at a loss.
Arabamı zararına satıyorum.
- I'm selling my car at a loss.
Tom paranın nereye gittiğini açıklamak için ne yapacağını şaşırmış.
- Tom was at a loss to explain where the money had gone.
Hangi fakülteyi seçeceği hakkında şaşırmıştı.
- He was at a loss as to which faculty to choose.
O, bir seferde altı kutu taşıdı.
- He carried six boxes at a time.
Belki bir seferde bir şey yapmaya çalışmalısın.
- Perhaps you should try doing one thing at a time.
Senin metodlarınla hiçbir şekilde aynı fikirde değilim.
- I don't agree with your methods at all.
Tom hiçbir şekilde ikna olmuş gibi görünmüyor.
- Tom doesn't look at all convinced.
O hiçbir biçimde sorun olmayacak.
- It's not going to be a problem at all.
Güneş olmasa hiçbir biçimde yaşayamayız.
- If it were not for the sun, we could not live at all.
Olsa olsa o, ikinci sınıf bir şarkıcı.
- She is a second-rate singer at best.
Şimdi görüyorum ki, ilk bakışta cümleyi yanlış anlamışım.
- Now I see that I misunderstood the sentence at first glance.
İlk bakışta Bay Jones'u tanıdım.
- I recognized Mr Jones at first glance.
Eldeki göreve odaklanın.
- Focus on the task at hand.
Eldeki işe konsantre olalım.
- Let's concentrate on the job at hand.
İki gün önce kaçan mahkum hâlâ serbest.
- The prisoner who escaped two days ago is still at large.
Beş mahkûm yeniden tutuklandı, ancak diğer üçü hâlâ serbest.
- Five prisoners were recaptured, but three others are still at large.
İlerlememize engel olan şeyler eninde sonunda kaldırıldı.
- The obstacles to our progress have been removed at last.
O gerçekleri ayrıntılı olarak açıkladı.
- He explained the facts at length.
Biz konuyu enine boyuna tartıştık.
- We discussed the topic at length.
Tom ve ben bu konu hakkında enine boyuna konuştuk.
- Tom and me talked at length about this subject.
Şirketimizin geleceği tehlikede. Son birkaç yıldır aşırı derecede borçluyuz.
- The future of our company is at stake. We have been heavily in the red for the last couple of years.
Onun hayatı tehlikede.
- His life is at stake.
Artık önemli olduğuna inanmadığım, o zamanlar önemli olduğunu düşündüğüm çok şey vardı.
- There were many things that I thought were important at that time that I no longer believe are important.
Artık şimdilik onu bırakalım.
- Let's leave it at that for now.
O zaman, Tom odadaki tek kişiydi.
- Tom was the only person in the room at the time.
Tom o zamanda çalıştığını iddia etti.
- Tom claimed that he was working at the time.
Tom ve Mary her ikisi de iş başında.
- Tom and Mary are both at work.
Babam şimdi hastanede iş başında.
- My father is now at work at the hospital.
Birisi bir seferde birden fazla şey yapamaz.
- One can't do more than one thing at a time.
Hiç kimse bir defada birden daha fazla şey yapamaz.
- No one can do more than one thing at a time.
Tom Mary'yi asla görmek istemiyor.
- Tom doesn't want to see Mary at all.
Asla hatalı değilsin.
- You are not at all wrong.
Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
- At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
- At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
- At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
- At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
Beni her zaman arayabilirsin.
- You can call me at any time.
Her zaman gidebilirsin.
- You can leave at any time.
Tom her an gelebilir.
- Tom may come at any time.
Bina her an çökebilir.
- The building may crash at any time.
En fazla üç saat satın aldık.
- We've bought three hours at best.
İlk önce öğretmen olduğunu sanmıştım ama değilmiş.
- At first, I thought he was a teacher, but he wasn't.
O, ilk önce atı beğenmedi.
- She didn't like the horse at first.
Neyse, en azından bir şeyi hallettik.
- Well, at least it's one thing we've accomplished.
Dünyanın en büyük şarkıcıları ve ünlü müzisyenlerinin çoğu şişmandır ya da en azından bariz şekilde tombuldur.
- The world's greatest singers and most of its famous musicians have been fat or at least decidedly plump.
Sonunda evini buldum.
- At length, I found his house.
Sonunda ağlamaya başladı.
- At length, he began to cry.
Aniden bir feryat duydum.
- All at once, I heard a cry.
Aniden bir silah sesi duyduk.
- All at once we heard a shot.
Eskiden burada bir ev vardı.
- There used to be a house here at one time.
Rastgele üç kitap seç.
- Choose three books at random.
O, rastgele kitap satın aldı.
- He bought books at random.
O dükkandan elma satın alabileceğini bile biliyor muydun?
- Did you even know that you could buy apples at that store?
Tom o zaman o bandoyu hiç duymadı bile.
- Tom had never even heard of that band at that time.
O arada bir saldırganlaşır.
- He gets tough at times.
Hoşuma gittiğin kadar, bazen su katılmamış bir pislik olabildiğini de düşünüyorum.
- As much as I like you, I think you can be a total jerk at times.
Bazen curve'ü carve ile karıştırıyorum.
- At times I confuse curve with carve.
Tom, Mary'ye hiç de kulak asmadı.
- Tom paid no attention to Mary at all.
Sizi rahatsız ediyor muyum? Hayır, hiç de değil
- Do I annoy you? No, not at all.
Babamın şirketinde asla rahat hissetmedim.
- I never felt at ease in my father's company.
Onun herkesi rahatlatan alçakgönüllü bir havası vardı.
- She had an unassuming air that put everyone at ease.
O, ilk olarak ondan hoşlanmadı.
- She didn't like him at first.
İlk olarak, Tom Fransızcanın zor olduğunu düşündü ama onun kolay olduğunu düşünüyor.
- At first, Tom thought French was difficult, but now he thinks it's easy.
Önceleri iş, Tom'a iyi göründü fakat daha sonra iş yorucu oldu.
- At first the job looked good to Tom, but later it became tiresome.
Önce onu erkek kardeşinle karıştırdım.
- At first, I mistook him for your brother.
Küresel bir kriz yakındır.
- A global crisis is at hand.
Babam dün bir kalp krizi geçirdi fakat yakınlarda bir kliniğe sahip olduğu için şanslıydı.
- My father had a heart attack yesterday, but he was lucky to have a clinic close at hand.
Eğer yarın yağmur yağarsa, bütün gün evde kalacağım.
- If it rains tomorrow, I will stay at home all day.
Bay Nakamura evde mi?
- Is Mr. Nakamura at home?
Seni kendi evindeymiş gibi hissettirmek istedim.
- I wanted to make you feel at home.
Sonunda, dikkatlice geri saymaya başladılar.
- At last, they began to count down cautiously.
Sonunda aklıma güzel bir fikir geldi.
- At last a good idea struck me.
O gerçekleri ayrıntılı olarak açıkladı.
- He explained the facts at length.
Tom'un en çok 300 doları var.
- Tom has $300 at most.
O en çok on sekizdir.
- She is eighteen at most.
O, en fazla yirmi yaşındadır.
- She's at most 20 years old.
O, en fazla sadece yirmi dolar ödeyebilir.
- He can only pay twenty dollars at most.
Aynı zamanda iki şeyi yapamazsın.
- You can't do two things at once.
Amcam şu anda Hong Kong'da kalmaktadır.
- My uncle is staying in Hong Kong at present.
Onlar şu anda İngiltere'de büyük bir şirket için çalışıyorlar.
- At present they are working for a big company in England.
Sami o anda bunu fark etmedi.
- Sami didn't realize that at that moment.
O anda gerçeklik duyumu yitirdim.
- I lost my sense of reality at that moment.
O, o zamanda uyuyor olabilir.
- He might have been sleeping at that time.
O zamanda biz çocuktuk.
- We were children at that time.
O şimdi işte fakat yedide dönecek.
- He is at work now, but will return at seven.
Dün gece fazla uyuyamadım bu yüzden bütün gün işte uyukluyordum.
- I didn't get much sleep last night so I was nodding off all day at work.
Ne olursa olsun yağmur durduğunda dışarı gideceğim.
- At any rate I will go out when it stops raining.
Ne olursa olsun, programı değiştiremeyiz.
- At any rate, we can't change the schedule.
Nihayet, Mario prensesin sevgisini kazanmayı başardı.
- At last, Mario managed to win the princess's love.
Nihayet, çalışmayı sona erdirdiler.
- At last, they ceased working.
Peter ve Carol'un tatillerini geçirecekleri yerde araları açıktı.
- Peter and Carol were at odds with each other over where to spend their vacation.
Tom ve Mary'nin uzun bir süredir araları açıktır.
- Tom and Mary have been at odds with each other for a long time.
Sibirya Demiryolu, dünyadaki bir defada en uzun ve en iyi bilinen demiryoludur.
- The Siberian Railway is at once the longest and best known railway in the world.
Bu işlerin hepsini bir defada yapmaya çalışma.
- Don't try to do all these things at once.
O ada bir zamanlar Fransa tarafından yönetildi.
- That island was governed by France at one time.
Bir zamanlar, her sabah koşardım.
- At one time, I used to go jogging every morning.
Tom yıllarca Mary'den hoşlandı ama bir noktada onun için hisleri aşka dönüştü.
- Tom liked Mary for years, but at some point, his feelings for her changed to love.
Bir noktada, bu cümle Esperanto'ya çevrilecek.
- At some point, this sentence will be translated in Esperanto.
Risk altında olan çok şey var.
- There's too much at stake.
Onlar o anda özgürdü.
- They were free at that moment.
O anda gerçeklik duyumu yitirdim.
- I lost my sense of reality at that moment.
O sırada o neredeydi?
- Where was she at that moment?
Hiç olmazsa nedenini araştırmalıyız.
- We have to investigate the cause at any rate.
Hiç olmazsa, bu sizin için iyi bir deneyim olacaktır.
- At any rate, it will be a good experience for you.
Yine de, yağmur durduğunda dışarı çıkabilirim.
- At any rate, I can go out when it stops raining.
Tom ilk zamanlar Mary'ye inanmıyordu.
- Tom didn't believe Mary at first.
İlk zamanlar şüpheciydim.
- I was skeptical at first.
Başlangıçta hatalarım hakkında endişeliydim.
- I was worried about my mistakes at first.
Başlangıçta, onun senin erkek kardeşin olduğunu sandım.
- At first, I thought he was your brother.
At that precise position, at Jim’s house.
I'm offering it - just to select customers - at cost.
Men at work.
At six o’clock, at closing time.
This report is certainly not comprehensive; it is more of a Marketing Division at a glance.
We sold those old computers at a loss.
I have fixed the parts I understand, and the rest leaves me at a loss.
climb stairs two at a time.
He manages to abstain from smoking for weeks at a time, but then gives in and starts again.
If you can see any problems at all, tell us so we can fix them.
Jim broke the window — or maybe it was John? At any rate, the window’s broken now.
These two books of sacred, and secular, passages for memory—will serve other good purposes besides merely occupying vacant hours: they will help to keep at bay many anxious thoughts, worrying thoughts, uncharitable thoughts, unholy thoughts.
Instead of mounted riders following a pack of hounds, it is envisaged that just two dogs will be used to locate a stag and hold it at bay.
At first glance, thinking well of yourself seems obviously preferable to thinking poorly of yourself. But the problem with.
I don't have the information at hand, but I can look it up.
The problem at hand is not the inability of the Arabs and the Jews to live together peacefully.
He felt it, as did the other dogs, and knew that a change was at hand.
Even though I still live at home, I'm quite successful.
Where is your computer? - I left it behind at home because the battery is dead.
I'm right at home in my new university.
Some people support the measure, but the community at large will probably be against it.
The like example I find in Lælius à Fonte Eugubinus, consult. 129 . Read in him the story at large.
The ambassador-at-large was designated to the Middle East as a region, rather than to a specific country.
After three hundred years had passed, the vampire's soul was at last free.
After exhausting all possibilities, Holmes was at last satisfied the problem was unsolvable.
I couldn't count them all, but I think there must have been at least 500 people in attendance.
He went on at length about his supposed qualifications.
How long I slept I cannot tell, for I had nothing to guide me to the time, but woke at length, and found myself still in darkness.
The witness' statement seems to be at odds with the evidence, not a good sign for the prosecutor.
Tell the doctor to come at once. She is having a baby.
He tried to eat four cookies at once.
At one time, I could walk ten miles in a day, but I can't any longer.
At rest, the car is impressive but when it's moving, the sight is astounding.
I see my reputation is at stake. — Shakespeare.
He went to a famous school, and a good one at that.
Maybe I am, at that.
I know you told me when you'd be coming, but I couldn't get there then.
- I know what time you said you would be there, but I wasn't able to be there at that time.
What were you doing then?
- What were you doing at that time?
All horses are animals, but not all animals are horses.
- Tüm atlar hayvandır ama tüm hayvanlar at değildir.
The horses make dust as they run.
- Atlar, koşarken toz yapar.
He frequently jumps from one topic to another while he is talking.
- O konuşurken çoğunlukla bir konudan diğerine atlar.
The quick brown fox jumps over a lazy dog.
- Hızlı kahverengi tilki, tembel bir köpeğin üzerinden atlar.
Layla shot her horses in the stable.
- Leyla ahırdaki atlarını vurdu.
Sami shot the horses in the stables.
- Sami ahırlardaki atları vurdu.