Birisi sana yardım ettiğinde, en azından, teşekkür ederim diyebilirdin.
- You might at least have said, Thank you, when someone helped you.
Tom en azından haftada bir kez çamaşırları yıkar.
- Tom washes clothes at least once a week.
Derhal bir diş hekimi ile görüşsen iyi olur.
- You'd better see a dentist at once.
Resimde gördükten sonra, onu derhal tanıdım.
- Having seen him in the picture, I recognized him at once.
Biz hemen başlamalıyız.
- We must start at once.
Hemen yolculuğa hazırlan.
- Get ready for the trip at once.
Günde en az yedi saat uyumak zorundayız.
- We must sleep at least seven hours a day.
Onun bu görev için nitelikli olması en az iki yılını alacak.
- It will take her at least two years to be qualified for that post.
O bebek gerçekten hiç şirin değildir.
- That baby is really not cute at all.
Elektronik sigaradan çıkan duman miktarı hiç fena değil.
- The amount of smoke that comes out of an electronic cigarette isn't bad at all.
Kar taneleri, en sonunda büyük beyaz kuşlara benzeyene kadar büyüdü de büyüdü.
- The snow-flakes seemed larger and larger, at last they looked like great white fowls.
En sonunda hatasını anladı.
- At last, he realized his error.
Hiç değilse duş alabilirsin.
- You could at least take a shower.
Hiç olmazsa teşekkür ederim diyebilirsin.
- You might at least say thank you.
Hiç olmazsa teşekkür ederim diyebilirsin.
- You could at least say thank you.
Bob maskeli olmasına karşın, ben onu bir bakışta tanıdım.
- Although Bob was in disguise, I recognized him at a glance.
Onun dürüst bir adam olduğunu bir bakışta bildim.
- I knew at a glance that he was an honest man.
Biz onu yıllarca zararına çalıştırdığımız için binayı satmak zorunda kaldık.
- We had to sell the building because for years we had operated it at a loss.
Arabamı zararına satıyorum.
- I'm selling my car at a loss.
Hava kararmıştı ve ne yapacağımı şaşırmıştım.
- It got dark and I was at a loss what to do.
Hangi fakülteyi seçeceği hakkında şaşırmıştı.
- He was at a loss as to which faculty to choose.
Bir seferde bir şey yapın.
- Do one thing at a time.
O, bir seferde altı kutu taşıdı.
- He carried six boxes at a time.
Tom hiçbir şekilde ikna olmuş gibi görünmüyor.
- Tom doesn't look at all convinced.
Senin metodlarınla hiçbir şekilde aynı fikirde değilim.
- I don't agree with your methods at all.
O hiçbir biçimde sorun olmayacak.
- It's not going to be a problem at all.
Güneş olmasa hiçbir biçimde yaşayamayız.
- If it were not for the sun, we could not live at all.
Olsa olsa o, ikinci sınıf bir şarkıcı.
- She is a second-rate singer at best.
İlk bakışta bu iki otobüs birbirine benziyor.
- The two buses resemble each other at first glance.
Şimdi, ilk bakışta cümleyi yanlış anladığımı görüyorum.
- Now I see that I misunderstood the sentence at first glance.
Eldeki işe konsantre olalım.
- Let's concentrate on the job at hand.
Eldeki işe bağlı kal.
- Stick to the task at hand.
Kaçan tutuklu hala serbest.
- The escaped prisoner is still at large.
Beş mahkûm yeniden tutuklandı, ancak diğer üçü hâlâ serbest.
- Five prisoners were recaptured, but three others are still at large.
İlerlememize engel olan şeyler eninde sonunda kaldırıldı.
- The obstacles to our progress have been removed at last.
O gerçekleri ayrıntılı olarak açıkladı.
- He explained the facts at length.
Tom ve ben bu konu hakkında enine boyuna konuştuk.
- Tom and me talked at length about this subject.
Biz konuyu enine boyuna tartıştık.
- We discussed the topic at length.
Tom neyin tehlikede olduğunu biliyor.
- Tom knows what's at stake.
Neyin tehlikede olduğunun farkındayım.
- I'm aware of what is at stake.
Artık bir şey söylemeyeceğim.
- I'll leave it at that.
Artık önemli olduğuna inanmadığım, o zamanlar önemli olduğunu düşündüğüm çok şey vardı.
- There were many things that I thought were important at that time that I no longer believe are important.
Tom o zaman sarhoş olduğunu iddia ediyor.
- Tom claims he was drunk at the time.
O zaman, Tom odadaki tek kişiydi.
- Tom was the only person in the room at the time.
Tom ve Mary şu anda iş başında.
- Tom and Mary are at work now.
Tom hâlâ iş başında olmalı.
- Tom should still be at work.
Hiç kimse bir defada birden daha fazla şey yapamaz.
- No one can do more than one thing at a time.
Birisi bir seferde birden fazla şey yapamaz.
- One can't do more than one thing at a time.
Tom asla sizinle aynı fikirde görünmüyor.
- Tom doesn't seem to agree with you at all.
Tom Mary'yi asla görmek istemiyor.
- Tom doesn't want to see Mary at all.
Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
- At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
- At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
- At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
- At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
Bir kaza her zaman olabilir.
- An accident may happen at any time.
Beni her zaman arayabilirsin.
- You can call me at any time.
O her an meydana gelebilir.
- That could happen at any time.
Bina her an çökebilir.
- The building may crash at any time.
En fazla üç saat satın aldık.
- We've bought three hours at best.
Tom'dan ilk önce nefret ettim.
- I hated Tom at first.
İlk önce kimse bana inanmıyordu.
- No one believed me at first.
Neyse, en azından bir şeyi hallettik.
- Well, at least it's one thing we've accomplished.
Dünyanın en büyük şarkıcıları ve ünlü müzisyenlerinin çoğu şişmandır ya da en azından bariz şekilde tombuldur.
- The world's greatest singers and most of its famous musicians have been fat or at least decidedly plump.
Sonunda evini buldum.
- At length, I found his house.
Sonunda ağlamaya başladı.
- At length, he began to cry.
Aniden bir silah sesi duyduk.
- All at once we heard a shot.
Aniden bir feryat duydum.
- All at once, I heard a cry.
Eskiden burada bir ev vardı.
- There used to be a house here at one time.
O, rastgele kitaplar okur.
- He reads books at random.
O, CD'leri rastgele dinledi.
- She listened to her CDs at random.
Hastanede bir randevun olsa bile en azından iki saat beklemek zorundasın, bu yüzden bunun için hazır ol.
- At that hospital, even if you've got an appointment you have to wait at least two hours, so be ready for that.
Ben daha ona bakmadım bile.
- I haven't even looked at that yet.
O arada bir saldırganlaşır.
- He gets tough at times.
Bazen yalnız hissediyorum.
- I get lonely at times.
Hoşuma gittiğin kadar, bazen su katılmamış bir pislik olabildiğini de düşünüyorum.
- As much as I like you, I think you can be a total jerk at times.
Tom'un pazartesi günü hiç dersi yok.
- Tom has no classes at all on Monday.
Sizi rahatsız ediyor muyum? Hayır, hiç de değil
- Do I annoy you? No, not at all.
Çince konuştuğumda içim rahat hissetmeye başlıyorum.
- I'm beginning to feel at ease when I speak in Chinese.
Onun herkesi rahatlatan alçakgönüllü bir havası vardı.
- She had an unassuming air that put everyone at ease.
İlk olarak, Tom Fransızcanın zor olduğunu düşündü ama onun kolay olduğunu düşünüyor.
- At first, Tom thought French was difficult, but now he thinks it's easy.
O, ilk olarak ondan hoşlanmadı.
- She didn't like him at first.
Önce onu erkek kardeşinle karıştırdım.
- At first, I mistook him for your brother.
O, ilk önce atı beğenmedi.
- She didn't like the horse at first.
Kararlaştırılmış gün çok yakın.
- The appointed day is close at hand.
Babam dün bir kalp krizi geçirdi fakat yakınlarda bir kliniğe sahip olduğu için şanslıydı.
- My father had a heart attack yesterday, but he was lucky to have a clinic close at hand.
Eğer yarın yağmur yağarsa, bütün gün evde kalacağım.
- If it rains tomorrow, I will stay at home all day.
Bay Nakamura evde mi?
- Is Mr. Nakamura at home?
Seni kendi evindeymiş gibi hissettirmek istedim.
- I wanted to make you feel at home.
Sonunda, dikkatlice geri saymaya başladılar.
- At last, they began to count down cautiously.
Sonunda,gerçeği öğrendik.
- At last, the truth became known to us.
O gerçekleri ayrıntılı olarak açıkladı.
- He explained the facts at length.
En çok, Henry'nin sadece altı doları var.
- At most, Henry has only six dollars.
Tom'un en çok 300 doları var.
- Tom has $300 at most.
Onun en fazla 100 doları var.
- He has at most 100 dollars.
O, en fazla yirmi yaşındadır.
- She's at most 20 years old.
Aynı zamanda iki şeyi yapamazsın.
- You can't do two things at once.
Amcam şu anda Hong Kong'da kalmaktadır.
- My uncle is staying in Hong Kong at present.
Benim şu anda paraya ihtiyacım yok.
- I don't need money at present.
Onlar o anda özgürdü.
- They were free at that moment.
O anda gerçeklik duyumu yitirdim.
- I lost my sense of reality at that moment.
O, o zamanda uyuyor olabilir.
- He might have been sleeping at that time.
Onlar onun o zamanda hastanede olduğunu söylüyor.
- They say that he was in the hospital at that time.
O şimdi işte fakat yedide dönecek.
- He is at work now, but will return at seven.
İşte daha az ve evde daha çok zaman geçirmek istiyorum.
- I'd like to spend less time at work and more time at home.
Ne olursa olsun yağmur durduğunda dışarı gideceğim.
- At any rate I will go out when it stops raining.
Markku ne olursa olsun suçlanmayacak.
- Markku at any rate is not to blame.
Nihayet, onlar kanla özgürlüğü satın aldı.
- At last, they purchased freedom with blood.
Boşanma kağıtlarını az önce imzaladım, nihayet özgürüm!
- I've just signed the divorce papers; I'm free at last!
Peter ve Carol'un tatillerini geçirecekleri yerde araları açıktı.
- Peter and Carol were at odds with each other over where to spend their vacation.
Tom ve Mary'nin uzun bir süredir araları açıktır.
- Tom and Mary have been at odds with each other for a long time.
Sibirya Demiryolu, dünyadaki bir defada en uzun ve en iyi bilinen demiryoludur.
- The Siberian Railway is at once the longest and best known railway in the world.
Bütün çamaşırımı bir defada yıkayabilir miyim?
- May I wash all my laundry at once?
O ada bir zamanlar Fransa tarafından yönetildi.
- That island was governed by France at one time.
Bir zamanlar burada bir köprü vardı.
- At one time, there was a bridge here.
Bir noktada, bu cümle Esperanto'ya çevrilecek.
- At some point, this sentence will be translated in Esperanto.
Tom yıllarca Mary'den hoşlandı ama bir noktada onun için hisleri aşka dönüştü.
- Tom liked Mary for years, but at some point, his feelings for her changed to love.
Risk altında olan çok şey var.
- There's too much at stake.
O anda gerçeklik duyumu yitirdim.
- I lost my sense of reality at that moment.
O anda dünya ile tam bir uyum içinde olduğumu hissettim.
- At that moment, I felt in complete harmony with the world.
O sırada o neredeydi?
- Where was she at that moment?
Hiç olmazsa nedenini araştırmalıyız.
- We have to investigate the cause at any rate.
Hiç olmazsa, bu sizin için iyi bir deneyim olacaktır.
- At any rate, it will be a good experience for you.
Yine de, yağmur durduğunda dışarı çıkabilirim.
- At any rate, I can go out when it stops raining.
Tom ilk zamanlar Mary'ye inanmıyordu.
- Tom didn't believe Mary at first.
İlk zamanlar şüpheciydim.
- I was skeptical at first.
Başlangıçta hatalarım hakkında endişeliydim.
- I was worried about my mistakes at first.
Başlangıçta stajyerler bu şirkette sakardılar.
- At first, the trainees were awkward in his company.
At that precise position, at Jim’s house.
I'm offering it - just to select customers - at cost.
Men at work.
At six o’clock, at closing time.
This report is certainly not comprehensive; it is more of a Marketing Division at a glance.
We sold those old computers at a loss.
I have fixed the parts I understand, and the rest leaves me at a loss.
climb stairs two at a time.
He manages to abstain from smoking for weeks at a time, but then gives in and starts again.
If you can see any problems at all, tell us so we can fix them.
Jim broke the window — or maybe it was John? At any rate, the window’s broken now.
These two books of sacred, and secular, passages for memory—will serve other good purposes besides merely occupying vacant hours: they will help to keep at bay many anxious thoughts, worrying thoughts, uncharitable thoughts, unholy thoughts.
Instead of mounted riders following a pack of hounds, it is envisaged that just two dogs will be used to locate a stag and hold it at bay.
At first glance, thinking well of yourself seems obviously preferable to thinking poorly of yourself. But the problem with.
I don't have the information at hand, but I can look it up.
The problem at hand is not the inability of the Arabs and the Jews to live together peacefully.
He felt it, as did the other dogs, and knew that a change was at hand.
Even though I still live at home, I'm quite successful.
Where is your computer? - I left it behind at home because the battery is dead.
I'm right at home in my new university.
Some people support the measure, but the community at large will probably be against it.
The like example I find in Lælius à Fonte Eugubinus, consult. 129 . Read in him the story at large.
The ambassador-at-large was designated to the Middle East as a region, rather than to a specific country.
After three hundred years had passed, the vampire's soul was at last free.
After exhausting all possibilities, Holmes was at last satisfied the problem was unsolvable.
I couldn't count them all, but I think there must have been at least 500 people in attendance.
He went on at length about his supposed qualifications.
How long I slept I cannot tell, for I had nothing to guide me to the time, but woke at length, and found myself still in darkness.
The witness' statement seems to be at odds with the evidence, not a good sign for the prosecutor.
Tell the doctor to come at once. She is having a baby.
He tried to eat four cookies at once.
At one time, I could walk ten miles in a day, but I can't any longer.
At rest, the car is impressive but when it's moving, the sight is astounding.
I see my reputation is at stake. — Shakespeare.
He went to a famous school, and a good one at that.
Maybe I am, at that.
What were you doing then?
- What were you doing at that time?
Had she been alive, my mother would have given me a hand then.
- If my mother had still been alive, she would have helped me at that time.
Tom raises Arabian horses.
- Tom Arap atları yetiştirir.
The horses make dust as they run.
- Atlar, koşarken toz yapar.
The quick brown fox jumps over a lazy dog.
- Hızlı kahverengi tilki, tembel bir köpeğin üzerinden atlar.
He frequently jumps from one topic to another while he is talking.
- O konuşurken çoğunlukla bir konudan diğerine atlar.
Sami shot the horses in the stables.
- Sami ahırlardaki atları vurdu.
Layla shot her horses in the stable.
- Leyla ahırdaki atlarını vurdu.