Bir taşa takıldım, ayak bileğimi incittim.
- I tripped on a stone, twisting my ankle.
O, ayak bileğini burktu.
- He sprained his ankle.
Benim ayak bileklerim sık sık şişer.
- My ankles often become swollen.
O neredeyse ayak bileklerine kadar uzanan uzun bir siyah ceket giyiyordu.
- He was wearing a long black coat that reached almost to his ankles.
Burkulmuş bir ayak bileği onu bir ay yürümekten alıkoydu.
- A sprained ankle disabled him from walking for a month.