zorunluluklar

listen to the pronunciation of zorunluluklar
التركية - الإنجليزية
obligations

He won't be able to come anymore due to his obligations. - O, zorunluluklarından dolayı artık gelemeyecek.

necessities
zorunlu
obligatory

Is it obligatory to rent a car? - Bir araba kiralamak zorunlu mu?

If school wasn't obligatory, I would stop going there. - Okul zorunlu olmasa, oraya gitmekten vazgeçerim.

zorunlu
mandatory

Over there, they don't say that it's prohibited. In fact, they say that it's mandatory. - Orada, onlar onun yasak olduğunu söylemez. Aslında, onlar onun zorunlu olduğunu söyler.

A cooking course should be mandatory in schools. - Yemek kursu okullarda zorunlu olmalı.

zorunlu
{s} requisite
zorunluluk
obligation

If one has the right to live, then one should also have the right to die. If not, then living is not a right, but an obligation. - Bir insanın yaşama hakkı varsa öyleyse bir insanın aynı zamanda ölme hakkı da olmalı. Eğer yoksa, o zaman yaşamak bir hak değil ama bir zorunluluktur.

If one has the right to live, then one should also have the right to die. If not, then living is not a right, but an obligation. - Bir insanın yaşama hakkı varsa, aynı zamanda ölme hakkı da olmalı. Eğer yoksa; o zaman yaşamak bir hak değil, zorunluluktur.

zorunluluk
necessity

His wife has started to work out of necessity. - Karısı zorunluluktan dolayı işe başlamıştır.

She told a white lie out of necessity. - Zorunluluktan beyaz bir yalan söyledi.

zorunlu
compulsory

Compulsory military service exists in Turkey. - Türkiye'de zorunlu askerlik vardır.

Some countries make voting compulsory. - Bazı ülkeler oy vermeyi zorunlu kılar.

zorunlu
imperative

It is imperative for you to finish by Sunday. - Pazar gününe kadar bitirmen zorunlu.

It's imperative to go out. - Dışarı çıkmak zorunlu.

zorunlu
obliged

No, you're not obliged. - Hayır, zorunlu değilsin.

From the age of 14 one is obliged to carry ID in Holland. - 14 yaşından itibaren Hollanda'da kimlik taşımak zorunluluğu vardır.

zorunluluk
{i} imperative
zorunlu
necessary

It's necessary for all members to follow these rules. - Bütün üyelerin bu kurallara uyması zorunludur.

It is necessary that Nancy attend the meeting. - Nancy'nin toplantıya katılması zorunludur.

zorunlu
must

Fluency in English is a must. - İngilizcede akıcılık bir zorunluluktur.

Being at least bilingual is a must in today's world. - En azından çift dilli olmak bugünün dünyasında bir zorunluluk.

zorunluluk
{i} burden
zorunluluk
{i} urgency
zorunlu
bound to

It was bound to happen sooner or later. - Er ya da geç onun olacağı zorunluydu.

He is bound to win the match. - O maçı kazanmaya zorunlu.

zorunlu
{s} urgent
zorunlu
(Kanun) impeditive
zorunlu
(Biyokimya) obligate

Don't feel obligated to talk if you don't want to. - Eğer istemiyorsan konuşmak için zorunlu hissetme.

zorunlu
(Gıda) obligat

You have no obligation to help. - Yardım etme zorunluluğun yok.

We have a legal obligation to pay our taxes. - Vergilerimizi ödemek için yasal zorunluluğumuz var.

zorunlu
perforce
zorunlu
bounden
zorunlu
binding
zorunlu
derigueur
zorunlu
compulsive

Tom is a compulsive liar. - Tom zorunlu bir yalancıdır.

zorunlu
force majeure
zorunlu
(Felsefe) apodictic
zorunluluk
inevitableness
zorunluluk
compulsion
zorunluluk
charge
zorunluluk
must

A visit to the city centre, listed as a UNESCO World Heritage Site, is a must. - Bir UNESCO Dünya Mirası Yeri olarak listelenen şehir merkezine bir ziyaret bir zorunluluktur.

This movie is a must! - Bu film bir zorunluluktur!

zorunlu
coercible
zorunlu
forced

The plane made a forced landing. - Uçak zorunlu iniş yaptı.

zorunlu
indispensable

Nobody is indispensable. - Hiç kimse zorunlu değil.

His help is indispensable to us. - Onun yardımı bizim için zorunludur.

zorunlu
essential

It's essential that you understand the situation. - Durumu anlamanız zorunlu.

It is essential that some kind of compromise be reached between Pyongyang and Washington. - Pyongyang ve Washington arasında bir tür uzlaşmaya varılması zorunludur.

zorunluluk
indispensableness
zorunluluk
imperativeness
zorunluluk
imperiousness
zorunlu
obligatorily
zorunlu
reserve requirements
zorunluluk
absolute necessity, obligation; indispensability
zorunluluk
unavoidable or inevitable thing, inevitability; unavoidability, unavoidableness; inevitableness
zorunluluk
something imperative or mandatory; obligatoriness; imperativeness; mandatoriness
Zorunluluk
requirement
biyolojik zorunluluklar
(Pisikoloji, Ruhbilim) biological imperatives
zorunlu
de rigueur
zorunlu
incumbent
zorunlu
phil. apodictic, apodictical, apodeictic
zorunlu
irremissible
zorunlu
imperious
zorunlu
obligatory, absolutely necessary; indispensable
zorunlu
enforced

That law isn't enforced. - O yasa zorunlu değil.

zorunlu
compulsory; imperative; mandatory
zorunlu
forcedly
zorunlu
bound

It was bound to happen sooner or later. - Er ya da geç onun olacağı zorunluydu.

It was bound to happen that way. - O şekilde olması zorunluydu.

zorunlu
imperative , mandatory
zorunlu
obligatory, necessary; compulsory, mandatory; indispensable, inevitable
zorunlu
unavoidable
zorunlu
(Hukuk) compulsory, essential
zorunlu
needful
zorunlu
ministerial
zorunluluk
essentiality
zorunluluk
exigency
zorunluluk
ought
zorunluluk
incumbency
zorunluluk
indispensability
zorunluluk
exigence
التركية - التركية

تعريف zorunluluklar في التركية التركية القاموس.

Zorunluluk
(Hukuk) MECBURİYET
Zorunluluk
(Hukuk) ZARURET
zorunlu
Kesin olarak ihtiyaç duyulan, zaruri, mecburi, ıstırari: "Tanzimat, gecikmiş de olsa, zorunlu, kaçınılmaz bir atılımdı."- N. Cumalı
zorunlu
Doğal olarak kaçınılması imkânsız olan
zorunlu
Kesin olarak ihtiyaç duyulan, zarurî, mecburî, ıstırarî
zorunluluk
Zorunlu olma durumu, zorunluk
zorunluluk
Zorunlu olma durumu, zorunluk: "Bu zorunluluk, başkalarınca savsaklanmış görevi yerine getirmekten doğuyor."- S. Birsel
zorunluluk
(Osmanlı Dönemi) mecburiyet
zorunluluklar
المفضلات