zorundasın

listen to the pronunciation of zorundasın
التركية - الإنجليزية
you have to
zor
difficult

It's difficult to learn a foreign language. - Yabancı dil öğrenmek zordur.

He can't cope with difficult situations. - Zor durumlarla başa çıkamıyor.

zor
troublesome
zor
tough

My immediate boss is tough to please. - Şimdiki patronumu memnun etmek zordur.

Tom knew it was going to be tough to convince Mary that she was too old to drive. - Tom Mary'nin araba süremeyecek kadar yaşlı olduğuna ikna etmenin zor olacağını biliyordu.

zor
hard

English is pretty hard, isn't it? - İngilizce çok zor, değil mi?

The old man was hard of hearing. - Yaşlı adam duymakta zorlanıyor.

zor
{s} arduous

She went through a long and arduous vocational course. - O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.

zor
crucial
zor
uneasy; causing difficulty
zor
knotty
zor
tight

I have to tighten my belt. - Ben kemerimi sıkmak zorundayım.

Tom found himself in a tight spot. - Tom, kendini zor bir durumda buldu.

zor
{i} force

In the end, the Germans were forced to withdraw. - Sonunda, Almanlar geri çekilmeye zorlandı.

The army forced him to resign. - Ordu onu istifa etmeye zorladı.

zor
prickly
zor
barely

During droughts, farmers are barely able to eke out a living. - Kuraklık sırasında, çiftçiler kıt kanaat zorlukla geçinebiliyorlar.

Tom always speaks in such a low voice that I can barely understand what he says. - Tom her zaman öyle kısık sesle konuşur ki ne söylediğini ben zar zor anlayabiliyorum.

zor
complicated

It doesn't have to be that complicated. - Bu o kadar karmaşık olmak zorunda değil.

It's a complicated story. - Bu anlaşılması zor bir hikaye.

zor
uneasy
zor
problematic
zor
(Kanun) virtue
zor
stringent
zor
severe

Tom's foot had to be amputated after it had become infected with gangrene following a severe frostbite. - Şiddetli bir donmanın ardından kangrenle enfekte olduktan sonra Tom'un ayağı kesilmek zorunda kaldı.

Such a thing is considered theft and it has to be punished severely. - Böyle bir şey hırsızlık olarak kabul edilir ve ciddi bir şekilde cezalandırılmak zorundadır.

zor
trying

I think you're trying too hard. - Bence fazla zorluyorsun.

I have to keep trying. - Denemeye devam etmek zorundayım.

zor
awkward

It's awkward for me to go to them without an invitation. - Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.

zor
hardly

I could hardly make out what she said. - Söylediği şeyi zorla anlayabildim.

Tom could hardly breathe after the race. - Tom yarıştan sonra zor nefes alabiliyordu.

zor
{i} might

During hard times, people might not go on a trip, but they might be willing to pay extra for good coffee. - Zor zamanlarda, insanlar geziye gitmek istemeyebilir fakat iyi kahve için fazla ödemeye istekli olabilirler.

It might be a pain in the neck to do this, but we have to do it. - Bunu yapmak can sıkıcı olabilir fakat onu yapmak zorundayız.

zor
strength

A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death. - Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.

Tom must conserve his strength. - Tom gücünü korumak zorundadır.

zor
thorny
zor
compulsion
zor
strain

Tom's patience is being strained. - Tom'un sabrı zorlanıyor.

There's a deep strain of anti-intellectualism in American history. - Amerikan tarihinde anti-entellektüelliğin derin bir zorlanması var.

zor
dys-
zor
straitened
zor
trick

It's hard to teach an old dog new tricks. - Yaşlı bir köpeğe yeni hünerler öğretmek zor.

Operation of this computer is tricky. - Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.

zor
constraint
zor
sticky

She helped me in a very sticky situation. - Çok zor bir durumda bana yardım etti.

zor
uphill

After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again. - Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.

zor
ticklish
zor
subtle
zor
tricky

That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve. - Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.

Operation of this computer is tricky. - Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.

zor
a tough
zor
toughest

Their car entered one of the toughest races in the world. - Onların aracı dünyadaki en zorlu yarışlardan birine girdi.

One of the toughest things in the world to do is forgive. - Dünyada yapacak en zor şeylerden biri affetmektir.

zor
tougher
zor
difficult, hard
zor
compulsion, constraint, obligation, necessity: Bunu yapmak zorunda değilim. I'm not obliged to do this. Ne zorun vardı bunu yapmaya? What made you feel obliged to do this?
zor
rough

You'll have a rough time. - Zor bir zaman geçireceksin.

Go easy on Bob. You know, he's been going though a rough period recently. - Bob'ın üzerine fazla gitmeyin.Bilirsiniz, o, son zamanlarda zor bir sürece rağmen devam etmektedir.

zor
main

I didn't know I was going to have to introduce the main speaker. - Baş konuşmacıyı tanıtmak zorunda kalacağımı bilmiyordum.

It is hard to maintain one's reputation. - Birinin ününü sürdürmek zordur.

zor
mean

The teacher found it difficult to get his meaning across to the students. - Öğretmen ne demek istediğini öğrencilere anlatmayı zor buldu.

Does this mean that we have to file bankruptcy? - Bu iflasımızı sunmak zorunda olduğumuz anlamına mı geliyor?

zor
stiff
zor
pressure, coercion (exerted upon a person's mind): Onları ancak zor kullanarak hizaya getirebilirsin. The only way you can get them to fall into line is to pressure them
zor
difficult, hard, troublesome, tough, stiff; difficulty; obligation, compulsion, constraint; force, strength; barely, hardly
zor
with difficulty

I found your house with difficulty. - Evinizi zorla buldum.

They answered my questions with difficulty. - Sorularımı zorlukla yanıtladılar.

zor
trickish
zor
trouble, difficulty, worry, problem: Hiçbir zoru yok. He's got nothing troubling him
zor
physical violence or the threat of physical violence, force: Zoru görünce direnmekten vazgeçti. When threatened with force he stopped holding out. Beni zor kullanmaya mecbur etme! Don't make me use force!
zor
hairy
zor
formidable

Tom would be a formidable opponent. - Tom zorlu bir rakip olacaktır.

zor
barely, just. Z
zor
baffling
zor
cruel

Why do you always have to be so cruel? - Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?

zor
inconvenient

He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times. - O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.

zor
exacting
zor
bodily ailment or disorder: Zekâvet'in aklından zoru var galiba. It looks like Zekâvet's touched in the head. Hilmi'nin midesinden zoru var. Hilmi's got a stomach complaint
zor
dys
zor
bated
zor
heavy

I'm going to have a heavy day. - Zor bir gün geçireceğim.

Because of the heavy fog, we could barely see the road in front of us. - Yoğun sisten dolayı önümüzdeki yolu zar zor görebildik.

zor
imperative

It's imperative that you follow the instructions carefully. - Dikkatli bir şekilde talimatları izlemek zorundasın.

It is imperative for you to act at once. - Derhal hareket etmen zorunludur.

zor
{f} slog
التركية - التركية

تعريف zorundasın في التركية التركية القاموس.

Zor
teng
zor
Yüküm, mecburiyet: "Artık kızının evinde kalışının zordan olduğunu biliyordu."- N. Cumalı
zor
Güçlükle, zorla: "El ele vermiş polisler kaldırımlardan taşan halk kütlesini zor zapt ediyorlardı."- H. Taner
zor
Sıkıntı veya güçlükle yapılan: "Sabır güzel, faydalı; fakat zor şeydir."- B. Felek
zor
Sıkıntı veya güçlükle yapılan
zor
Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık
zor
Güçlükle, zorla
zor
Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık: "Onun için hiçbir zorum, sıkıntım yokmuş gibi, ara sıra denize taşlarımı atmakta devam ederek hızlı hızlı yürüdüm."- R. N. Güntekin
zor
Yapamazsın!
zor
Yüküm, mecburiyet
zor
Baskı: "Hocaların zoru ile çıkarılmış olan bu kanun yürümedi."- M. Ş. Esendal
zor
Baskı
zorundasın
المفضلات