It is difficult to translate a poem into another language.
- Bir şiiri başka bir dile çevirmek zordur.
It's difficult to learn a foreign language.
- Yabancı dil öğrenmek zordur.
Tom knew it was going to be tough to convince Mary to go to the hospital.
- Tom Mary'yi hastaneye gitmesi için ikna etmenin zor olacağını biliyordu.
At the beginning it'll be tough, but everything's tough at the beginning.
- O, başlangıçta zor olacak, fakat her şey başlangıçta zordur.
The old man was hard of hearing.
- Yaşlı adam duymakta zorlanıyor.
It's hard to learn a foreign language.
- Yabancı dil öğrenmek zordur.
She went through a long and arduous vocational course.
- O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.
I have to tighten these bolts.
- Bu civatayı sıkmak zorundayım.
You have to tighten those screws.
- Sen o vidaları sıkmak zorundasın.
The president was forced to return to Washington.
- Başkan Washington'a dönmek zorunda kaldı.
In the end, the Germans were forced to withdraw.
- Sonunda, Almanlar geri çekilmeye zorlandı.
Tom always speaks in such a low voice that I can barely understand what he says.
- Tom her zaman öyle kısık sesle konuşur ki ne söylediğini ben zar zor anlayabiliyorum.
He barely passed the examination.
- O sınavı zorla geçti.
It doesn't have to be that complicated.
- Bu o kadar karmaşık olmak zorunda değil.
It's a complicated story.
- Bu anlaşılması zor bir hikaye.
In any case, she'll have to be severely punished.
- Her halükarda, ağır biçimde cezalandırılmak zorunda kalacak.
Tom's foot had to be amputated after it had become infected with gangrene following a severe frostbite.
- Şiddetli bir donmanın ardından kangrenle enfekte olduktan sonra Tom'un ayağı kesilmek zorunda kaldı.
I think you're trying too hard.
- Bence fazla zorluyorsun.
I had a hard time trying to persuade him to cancel the trip.
- Onun yolculuğu iptal etmesini ikna etmeye çalışarak zor bir zaman geçirdim.
It's awkward for me to go to them without an invitation.
- Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.
I could hardly keep from laughing.
- Gülmemek için kendimi zor tuttum.
I could hardly make out what she said.
- Söylediği şeyi zorla anlayabildim.
It might be a pain in the neck to do this, but we have to do it.
- Bunu yapmak can sıkıcı olabilir fakat onu yapmak zorundayız.
No matter how tired I might be, I have to work.
- Ne kadar yorgun olursam olayım, çalışmak zorundayım.
A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
- Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
Tom must conserve his strength.
- Tom gücünü korumak zorundadır.
Tom's patience is being strained.
- Tom'un sabrı zorlanıyor.
There's a deep strain of anti-intellectualism in American history.
- Amerikan tarihinde anti-entellektüelliğin derin bir zorlanması var.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
She helped me in a very sticky situation.
- Çok zor bir durumda bana yardım etti.
After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again.
- Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
One of the toughest things in the world to do is forgive.
- Dünyada yapacak en zor şeylerden biri affetmektir.
Their car entered one of the toughest races in the world.
- Onların aracı dünyadaki en zorlu yarışlardan birine girdi.
I've had a rough day.
- Zor bir gün geçirdim.
She had a rough childhood.
- Zor bir çocukluğu vardı.
I didn't know I was going to have to introduce the main speaker.
- Baş konuşmacıyı tanıtmak zorunda kalacağımı bilmiyordum.
Hard work is the main element of success.
- Zor iş başarının ana unsurudur.
Does this mean that we have to file bankruptcy?
- Bu iflasımızı sunmak zorunda olduğumuz anlamına mı geliyor?
This has got to mean something.
- Bu manidar olmak zorunda.
I passed the examination with difficulty.
- Ben sınavı zorlukla geçtim.
I found your house with difficulty.
- Evinizi zorla buldum.
Tom would be a formidable opponent.
- Tom zorlu bir rakip olacaktır.
Why do you always have to be so cruel?
- Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?
He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times.
- O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.
I'm going to have a heavy day.
- Zor bir gün geçireceğim.
The box was so heavy that Tom had to help Mary carry it home.
- Kutu o kadar ağırdı ki Tom Mary'nin onu eve götürmesine yardım etmek zorunda kaldı.
It is imperative for you to act at once.
- Derhal hareket etmen zorunludur.
It's imperative to go out.
- Dışarı çıkmak zorunlu.