What are the biggest challenges?
- En büyük zorluklar nelerdir?
We're aware of the challenges.
- Biz zorlukların farkındayız.
I have seen various difficulties.
- Ben çeşitli zorluklar gördüm.
They don't know what difficulties Tom went through in his youth.
- Onlar, Tom'un gençliğinde hangi zorlukları yaşadığını bilmiyorlar.
Many have long suffered oppression and hardship under colonialism.
- Birçoğu sömürgecilik altında uzun süre baskı ve zorluktan çekti.
But for your help I could not have got over the hardship.
- Yardımın olmasaydı, zorlukla baş edemezdim.
He can't cope with difficult situations.
- Zor durumlarla başa çıkamıyor.
It was too difficult for me.
- Bu benim için çok zordu.
Tom knew it was going to be tough to convince Mary to go to the hospital.
- Tom Mary'yi hastaneye gitmesi için ikna etmenin zor olacağını biliyordu.
Tom knew it was going to be tough to convince Mary that she was too old to drive.
- Tom Mary'nin araba süremeyecek kadar yaşlı olduğuna ikna etmenin zor olacağını biliyordu.
I had great difficulty in finding my ticket at the station.
- İstasyonda biletimi bulurken büyük zorluk yaşadım.
You'll find some difficulty carrying out the plan.
- Planı gerçekleştirmede biraz zorlukla karşılaşacaksınız.
It's hard to learn a foreign language.
- Yabancı dil öğrenmek zordur.
English is pretty hard, isn't it?
- İngilizce çok zor, değil mi?
She went through a long and arduous vocational course.
- O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.
Tom's courage in dealing with adversity is an inspiration to those around him.
- Tom'un zorlukla mücadeledeki cesareti, çevresindeki kişilere bir ilhamdır.
You have to tighten those screws.
- Sen o vidaları sıkmak zorundasın.
We'll just have to sit tight.
- Sadece kalkmadan oturmak zorunda olacağız.
The army forced him to resign.
- Ordu onu istifa etmeye zorladı.
In the end, the Germans were forced to withdraw.
- Sonunda, Almanlar geri çekilmeye zorlandı.
During droughts, farmers are barely able to eke out a living.
- Kuraklık sırasında, çiftçiler kıt kanaat zorlukla geçinebiliyorlar.
I barely passed the exam.
- Ben zar zor sınavı geçtim.
It's a complicated story.
- Bu anlaşılması zor bir hikaye.
In this city finding a taxi is complicated.
- Bu şehirde bir taksi bulmak zordur.
In any case, she'll have to be severely punished.
- Her halükarda, ağır biçimde cezalandırılmak zorunda kalacak.
Such a thing is considered theft and it has to be punished severely.
- Böyle bir şey hırsızlık olarak kabul edilir ve ciddi bir şekilde cezalandırılmak zorundadır.
It was hard to figure out what Tom was trying to say.
- Tom'un ne söylemeye çalıştığını anlamak zordu.
I had a hard time trying to get this report finished on time.
- Bu raporu zamanında bitirtmeye çalışırken zor bir zaman geçirdim.
It's awkward for me to go to them without an invitation.
- Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.
The fog was so dense, we could hardly see anything.
- Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.
Tom could hardly breathe after the race.
- Tom yarıştan sonra zor nefes alabiliyordu.
It might be a pain in the neck to do this, but we have to do it.
- Bunu yapmak can sıkıcı olabilir fakat onu yapmak zorundayız.
During hard times, people might not go on a trip, but they might be willing to pay extra for good coffee.
- Zor zamanlarda, insanlar geziye gitmek istemeyebilir fakat iyi kahve için fazla ödemeye istekli olabilirler.
A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
- Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
Tom must conserve his strength.
- Tom gücünü korumak zorundadır.
Tom is in serious trouble.
- Tom ciddi bir zorluk içinde.
I've been having trouble breathing.
- Nefes almada zorluk çekiyorum.
There's a deep strain of anti-intellectualism in American history.
- Amerikan tarihinde anti-entellektüelliğin derin bir zorlanması var.
He strained his eyes by reading too much.
- Çok okumaktan gözlerini zorlamıştı.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
She helped me in a very sticky situation.
- Çok zor bir durumda bana yardım etti.
After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again.
- Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
Sami Bakir is one of the toughest prosecutors in New York state.
- Sami Bekir, New York eyaletindeki en zorlu savcılardan biridir.
He looked the toughest of all the challengers.
- Bütün rakiplerin en zorlusu görünüyordu.
You'll have a rough time.
- Zor bir zaman geçireceksin.
I've had a rough day.
- Zor bir gün geçirdim.
It is hard to maintain one's reputation.
- Birinin ününü sürdürmek zordur.
I didn't know I was going to have to introduce the main speaker.
- Baş konuşmacıyı tanıtmak zorunda kalacağımı bilmiyordum.
The teacher found it difficult to get his meaning across to the students.
- Öğretmen ne demek istediğini öğrencilere anlatmayı zor buldu.
If you don't know the meaning of the word, you have to look it up in the dictionary.
- Sözcüğün anlamını bilmiyorsan sözlüğe bakmak zorundasın.
They answered my questions with difficulty.
- Sorularımı zorlukla yanıtladılar.
I passed the examination with difficulty.
- Ben sınavı zorlukla geçtim.
Tom would be a formidable opponent.
- Tom zorlu bir rakip olacaktır.
Why do you always have to be so cruel?
- Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?
He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times.
- O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.
I'm going to have a heavy day.
- Zor bir gün geçireceğim.
Why do children have to carry such a heavy bag?
- Çocuklar neden bu kadar ağır bir çanta taşımak zorundalar?
It is imperative for you to finish by Sunday.
- Pazar gününe kadar bitirmen zorunlu.
It's imperative to go out.
- Dışarı çıkmak zorunlu.
Tom had difficulty convincing Mary that she should quit her job.
- Tom işini bırakması gerektiği konusunda Mary'yi ikna etmekte zorluk yaşadı.
Tom had difficulty convincing Mary to quit her job.
- Tom, Mary'yi işinden ayrılmaya ikna etmekte zorluk yaşadı.