We hardly realize how important it is.
- Onun ne kadar önemli olduğunu zorlukla fark ediyoruz.
The bar was so crowded you could hardly move.
- Bar öyle kalabalıktı ki, zorlukla hareket ediliyordu.
I can't really deal hardly with people.
He made his way hardly through the enemies to the castle.
I think the Beatles are a really overrated band. ― Hardly!.
Let him hardly be possest with an honest curiositie to search out the nature and causes of all things .
It is difficult to translate a poem into another language.
- Bir şiiri başka bir dile çevirmek zordur.
He can't cope with difficult situations.
- Zor durumlarla başa çıkamıyor.
Tom knew it was going to be tough to convince Mary to go to the hospital.
- Tom Mary'yi hastaneye gitmesi için ikna etmenin zor olacağını biliyordu.
My immediate boss is tough to please.
- Şimdiki patronumu memnun etmek zordur.
English is pretty hard, isn't it?
- İngilizce çok zor, değil mi?
It's hard to learn a foreign language.
- Yabancı dil öğrenmek zordur.
She went through a long and arduous vocational course.
- O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.
Tom found himself in a tight spot.
- Tom, kendini zor bir durumda buldu.
We'll just have to sit tight.
- Sadece kalkmadan oturmak zorunda olacağız.
The president was forced to return to Washington.
- Başkan Washington'a dönmek zorunda kaldı.
In the end, the Germans were forced to withdraw.
- Sonunda, Almanlar geri çekilmeye zorlandı.
I barely passed the exam.
- Ben zar zor sınavı geçtim.
He barely passed the examination.
- O sınavı zorla geçti.
It doesn't have to be that complicated.
- Bu o kadar karmaşık olmak zorunda değil.
It's a complicated story.
- Bu anlaşılması zor bir hikaye.
Tom's foot had to be amputated after it had become infected with gangrene following a severe frostbite.
- Şiddetli bir donmanın ardından kangrenle enfekte olduktan sonra Tom'un ayağı kesilmek zorunda kaldı.
Such a thing is considered theft and it has to be punished severely.
- Böyle bir şey hırsızlık olarak kabul edilir ve ciddi bir şekilde cezalandırılmak zorundadır.
I have to keep trying.
- Denemeye devam etmek zorundayım.
I think you're trying too hard.
- Bence fazla zorluyorsun.
It's awkward for me to go to them without an invitation.
- Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.
Tom could hardly breathe after the race.
- Tom yarıştan sonra zor nefes alabiliyordu.
I could hardly make out what she said.
- Söylediği şeyi zorla anlayabildim.
If the door doesn't fit, you might have to shave off a bit of the wood until it closes properly.
- Kapı uymuyorsa, düzgün şekilde kapanana kadar ahşabı biraz rendelemek zorunda kalabilirsin.
During hard times, people might not go on a trip, but they might be willing to pay extra for good coffee.
- Zor zamanlarda, insanlar geziye gitmek istemeyebilir fakat iyi kahve için fazla ödemeye istekli olabilirler.
Tom must conserve his strength.
- Tom gücünü korumak zorundadır.
A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
- Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
There's a deep strain of anti-intellectualism in American history.
- Amerikan tarihinde anti-entellektüelliğin derin bir zorlanması var.
Take care not to strain your eyes.
- Gözlerini zorlamamaya dikkat et.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
She helped me in a very sticky situation.
- Çok zor bir durumda bana yardım etti.
After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again.
- Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
Tom has the toughest job here.
- Tom burada en zorlu işe sahip.
One of the toughest things in the world to do is forgive.
- Dünyada yapacak en zor şeylerden biri affetmektir.
She had a rough childhood.
- Zor bir çocukluğu vardı.
Tom had a rough time last year.
- Tom geçen yıl zor günler geçirdi.
It is hard to maintain one's reputation.
- Birinin ününü sürdürmek zordur.
I didn't know I was going to have to introduce the main speaker.
- Baş konuşmacıyı tanıtmak zorunda kalacağımı bilmiyordum.
The teacher found it difficult to get his meaning across to the students.
- Öğretmen ne demek istediğini öğrencilere anlatmayı zor buldu.
This has got to mean something.
- Bu manidar olmak zorunda.
We climbed up the mountain, but with difficulty.
- Biz dağa tırmandık ama zorlukla.
I passed the examination with difficulty.
- Ben sınavı zorlukla geçtim.
Tom would be a formidable opponent.
- Tom zorlu bir rakip olacaktır.
Why do you always have to be so cruel?
- Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?
He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times.
- O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.
I had to take a taxi because the heavy rain caused all the trains to stop.
- Yoğun yağış bütün trenlerin durmasına sebep olduğu için bir taksiye binmek zorunda kaldım.
Why do children have to carry such a heavy bag?
- Çocuklar neden bu kadar ağır bir çanta taşımak zorundalar?
It's imperative to go out.
- Dışarı çıkmak zorunlu.
It's imperative that you follow the instructions carefully.
- Dikkatli bir şekilde talimatları izlemek zorundasın.