It's difficult to learn a foreign language.
- Yabancı dil öğrenmek zordur.
It was too difficult for me.
- Bu benim için çok zordu.
At the beginning it'll be tough, but everything's tough at the beginning.
- O, başlangıçta zor olacak, fakat her şey başlangıçta zordur.
Tom knew it was going to be tough to convince Mary that she was too old to drive.
- Tom Mary'nin araba süremeyecek kadar yaşlı olduğuna ikna etmenin zor olacağını biliyordu.
It's hard to learn a foreign language.
- Yabancı dil öğrenmek zordur.
Understanding you is really very hard.
- Seni anlamak gerçekten çok zor.
She went through a long and arduous vocational course.
- O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.
We'll just have to sit tight.
- Sadece kalkmadan oturmak zorunda olacağız.
I have to tighten these bolts.
- Bu civatayı sıkmak zorundayım.
In the end, the Germans were forced to withdraw.
- Sonunda, Almanlar geri çekilmeye zorlandı.
The president was forced to return to Washington.
- Başkan Washington'a dönmek zorunda kaldı.
I don't want to complicate my life with all that!
- Tüm bunlarla hayatımı zorlaştırmak istemiyorum!
His being absent complicates matters.
- Onun yokluğu konuyu zorlaştırmaktadır.
Tom always speaks in such a low voice that I can barely understand what he says.
- Tom her zaman öyle kısık sesle konuşur ki ne söylediğini ben zar zor anlayabiliyorum.
During droughts, farmers are barely able to eke out a living.
- Kuraklık sırasında, çiftçiler kıt kanaat zorlukla geçinebiliyorlar.
It doesn't have to be that complicated.
- Bu o kadar karmaşık olmak zorunda değil.
It's a complicated story.
- Bu anlaşılması zor bir hikaye.
Tom's foot had to be amputated after it had become infected with gangrene following a severe frostbite.
- Şiddetli bir donmanın ardından kangrenle enfekte olduktan sonra Tom'un ayağı kesilmek zorunda kaldı.
Such a thing is considered theft and it has to be punished severely.
- Böyle bir şey hırsızlık olarak kabul edilir ve ciddi bir şekilde cezalandırılmak zorundadır.
I had a hard time trying to persuade him to cancel the trip.
- Onun yolculuğu iptal etmesini ikna etmeye çalışarak zor bir zaman geçirdim.
I had a hard time trying to get this report finished on time.
- Bu raporu zamanında bitirtmeye çalışırken zor bir zaman geçirdim.
It's awkward for me to go to them without an invitation.
- Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.
The fog was so dense, we could hardly see anything.
- Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.
Tom could hardly breathe after the race.
- Tom yarıştan sonra zor nefes alabiliyordu.
During hard times, people might not go on a trip, but they might be willing to pay extra for good coffee.
- Zor zamanlarda, insanlar geziye gitmek istemeyebilir fakat iyi kahve için fazla ödemeye istekli olabilirler.
No matter how tired I might be, I have to work.
- Ne kadar yorgun olursam olayım, çalışmak zorundayım.
A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
- Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
Tom must conserve his strength.
- Tom gücünü korumak zorundadır.
Take care not to strain your eyes.
- Gözlerini zorlamamaya dikkat et.
He strained his eyes by reading too much.
- Çok okumaktan gözlerini zorlamıştı.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
It's hard to teach an old dog new tricks.
- Yaşlı bir köpeğe yeni hünerler öğretmek zor.
She helped me in a very sticky situation.
- Çok zor bir durumda bana yardım etti.
After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again.
- Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
Sami Bakir is one of the toughest prosecutors in New York state.
- Sami Bekir, New York eyaletindeki en zorlu savcılardan biridir.
Their car entered one of the toughest races in the world.
- Onların aracı dünyadaki en zorlu yarışlardan birine girdi.
I've had a rough day.
- Zor bir gün geçirdim.
Go easy on Bob. You know, he's been going though a rough period recently.
- Bob'ın üzerine fazla gitmeyin.Bilirsiniz, o, son zamanlarda zor bir sürece rağmen devam etmektedir.
It is hard to maintain one's reputation.
- Birinin ününü sürdürmek zordur.
I didn't know I was going to have to introduce the main speaker.
- Baş konuşmacıyı tanıtmak zorunda kalacağımı bilmiyordum.
If you don't know the meaning of the word, you have to look it up in the dictionary.
- Sözcüğün anlamını bilmiyorsan sözlüğe bakmak zorundasın.
I reported to him by means of an SMS that he had to stop his work as soon as possible.
- En kısa sürede işi durdurmak zorunda olduğunu bir SMS aracılığıyla bildirdim.
I escaped from the sinking boat with difficulty.
- Batan tekneden zorlukla kaçtım.
I found your house with difficulty.
- Evinizi zorla buldum.
Tom would be a formidable opponent.
- Tom zorlu bir rakip olacaktır.
Why do you always have to be so cruel?
- Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?
He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times.
- O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.
I had to take a taxi because the heavy rain caused all the trains to stop.
- Yoğun yağış bütün trenlerin durmasına sebep olduğu için bir taksiye binmek zorunda kaldım.
The box was so heavy that Tom had to help Mary carry it home.
- Kutu o kadar ağırdı ki Tom Mary'nin onu eve götürmesine yardım etmek zorunda kaldı.
It is imperative for you to act at once.
- Derhal hareket etmen zorunludur.
It is imperative for you to finish by Sunday.
- Pazar gününe kadar bitirmen zorunlu.