He can't cope with difficult situations.
- Zor durumlarla başa çıkamıyor.
It was too difficult for me.
- Bu benim için çok zordu.
Tom knew it was going to be tough to convince Mary that she was too old to drive.
- Tom Mary'nin araba süremeyecek kadar yaşlı olduğuna ikna etmenin zor olacağını biliyordu.
At the beginning it'll be tough, but everything's tough at the beginning.
- O, başlangıçta zor olacak, fakat her şey başlangıçta zordur.
The old man was hard of hearing.
- Yaşlı adam duymakta zorlanıyor.
It's too hard for me.
- Bu benim için çok zordu.
She went through a long and arduous vocational course.
- O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.
Tom found himself in a tight spot.
- Tom, kendini zor bir durumda buldu.
We'll just have to sit tight.
- Sadece kalkmadan oturmak zorunda olacağız.
The force of the wind made it difficult to walk.
- Rüzgarın gücü yürümeyi zorlaştırdı.
In the end, the Germans were forced to withdraw.
- Sonunda, Almanlar geri çekilmeye zorlandı.
During droughts, farmers are barely able to eke out a living.
- Kuraklık sırasında, çiftçiler kıt kanaat zorlukla geçinebiliyorlar.
I barely passed the exam.
- Ben zar zor sınavı geçtim.
In this city finding a taxi is complicated.
- Bu şehirde bir taksi bulmak zordur.
It doesn't have to be that complicated.
- Bu o kadar karmaşık olmak zorunda değil.
Tom's foot had to be amputated after it had become infected with gangrene following a severe frostbite.
- Şiddetli bir donmanın ardından kangrenle enfekte olduktan sonra Tom'un ayağı kesilmek zorunda kaldı.
In any case, she'll have to be severely punished.
- Her halükarda, ağır biçimde cezalandırılmak zorunda kalacak.
It was hard to figure out what Tom was trying to say.
- Tom'un ne söylemeye çalıştığını anlamak zordu.
I think you're trying too hard.
- Bence fazla zorluyorsun.
It's awkward for me to go to them without an invitation.
- Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.
The fog was so dense, we could hardly see anything.
- Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.
I could hardly make out what she said.
- Söylediği şeyi zorla anlayabildim.
During hard times, people might not go on a trip, but they might be willing to pay extra for good coffee.
- Zor zamanlarda, insanlar geziye gitmek istemeyebilir fakat iyi kahve için fazla ödemeye istekli olabilirler.
It might be a pain in the neck to do this, but we have to do it.
- Bunu yapmak can sıkıcı olabilir fakat onu yapmak zorundayız.
A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
- Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
Tom must conserve his strength.
- Tom gücünü korumak zorundadır.
Take care not to strain your eyes.
- Gözlerini zorlamamaya dikkat et.
He strained his eyes by reading too much.
- Çok okumaktan gözlerini zorlamıştı.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
She helped me in a very sticky situation.
- Çok zor bir durumda bana yardım etti.
After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again.
- Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
Tom has the toughest job here.
- Tom burada en zorlu işe sahip.
Their car entered one of the toughest races in the world.
- Onların aracı dünyadaki en zorlu yarışlardan birine girdi.
Go easy on Bob. You know, he's been going though a rough period recently.
- Bob'ın üzerine fazla gitmeyin.Bilirsiniz, o, son zamanlarda zor bir sürece rağmen devam etmektedir.
I've had a rough day.
- Zor bir gün geçirdim.
I didn't know I was going to have to introduce the main speaker.
- Baş konuşmacıyı tanıtmak zorunda kalacağımı bilmiyordum.
Hard work is the main element of success.
- Zor iş başarının ana unsurudur.
This has got to mean something.
- Bu manidar olmak zorunda.
Does this mean that we have to file bankruptcy?
- Bu iflasımızı sunmak zorunda olduğumuz anlamına mı geliyor?
They answered my questions with difficulty.
- Sorularımı zorlukla yanıtladılar.
I escaped from the sinking boat with difficulty.
- Batan tekneden zorlukla kaçtım.
Tom would be a formidable opponent.
- Tom zorlu bir rakip olacaktır.
Why do you always have to be so cruel?
- Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?
He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times.
- O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.
I'm going to have a heavy day.
- Zor bir gün geçireceğim.
Why do children have to carry such a heavy bag?
- Çocuklar neden bu kadar ağır bir çanta taşımak zorundalar?
It's imperative that you follow the instructions carefully.
- Dikkatli bir şekilde talimatları izlemek zorundasın.
It is imperative for you to finish by Sunday.
- Pazar gününe kadar bitirmen zorunlu.