zararsız

listen to the pronunciation of zararsız
التركية - الإنجليزية
innocuous
harmless

Tom is completely harmless. - Tom tamamen zararsız.

Most snakes on this island are harmless. - Bu adadaki pek çok yılan zararsızdır.

innoxious
inoffensive

Mary's dog is inoffensive. - Mary'nin köpeği zararsızdır.

harmless; innocuous
white
unoffending
platonic
not so bad, pretty good; passable, okay; ordinary
harmless, innocent, inoffensive, innocuous
innocent

They are all innocent children. - Onların hepsi zararsız çocuklar.

scatheless
nondestructive
nonhazardous
zarar
loss

The insurance company will compensate her for the loss. - Sigorta şirketi zarar için onu telafi edecek.

Their losses reached one million yen. - Zararları bir milyon yene ulaştı.

zarar
injury
zarar
{i} harm

She can't even harm a fly. - O bir sineğe bile zarar veremez.

There may be a killer who looks harmless in any social network. - Sosyal ağlarda zararsız bir kişi gibi görünen bir katil olabilir.

zarar
damage

We are very sorry that your order was damaged. - Siparişiniz zarar gördüğü için çok üzgünüz.

The roof was damaged by the storm. - Çatı fırtınadan zarar görmüştü.

zararsız geçiş hakkı
(Hukuk) innocent passage
zararsız hale getiren
disarming
zararsız hale getirme
disarmament
zararsız hale getirmek
pare smb.'s claws
zararsız kimse
innocent
zararsız yalan
fib
zarar
{i} bad

Is eating fish every day bad for you? - Her gün balık yemek sizin için zararlı mı?

The bad weather marred the ceremony. - Kötü hava törene zarar verdi.

zarar
detriment

The poor educational policy is a detriment to Japan. - Yetersiz eğitim politikası Japonya için zararlıdır.

Tom's stressful job is having a detrimental effect on his health. - Tom'un stresli işi sağlığı üzerinde zararlı bir etkiye sahiptir.

zarar
{i} cost

The damage will cost us a lot of money. - Zarar bize çok paraya mal olacak.

zarar
ravage

They ravaged the countryside, obliterating everything in their path. - Kırsal alana zarar verdiler, yollarında her şeyi bozuyorlardı..

zarar
injuries
zarar
mischief

Thoughtless speech may give rise to great mischief. - Düşüncesiz konuşma büyük zarara neden olabilir.

zarar
impairment
zarar
{i} hurt

My shoes hurt. I'm in agony. - Ayakkabım zarar gördü. Acı içindeyim.

It is not my intent to hurt you in any way. - Benim niyetim size herhangi bir şekilde zarar vermek değildir.

zarar
red ink
zarar
damages

They sued the government for damages. - Zararlar için hükümete dava açtılar.

They demanded damages from the driver. - Sürücüden zararları talep ettiler.

zarar
wrong

I'm sorry I hurt you. Don't apologize. You didn't do anything wrong, Tom. - Ben size zarar verdiğim için üzgünüm. Özür dileme. Sen yanlış bir şey, yapmadım, Tom.

A word spoken at the wrong time can do very much more harm than good. - Yanlış zamanda konuşulan bir söz iyilikten çok daha fazla zarar yapabilir.

zarar
noxa
zarar
insalubriousness
zarar
(Tıp) chronic hazard
zarar
injuriousness
zarar
eviler
zarar
evilest
zarar
impair

Heavy smoking impaired his health. - Çok sigara içmek sağlığına zarar verdi.

zarar
devastation
zarar
prejudicial
zarar
pernicious
zarar
abuse
zarar
(Ticaret) deficiency
zarar
(Kanun) lesion
zarar
disfavor
zarar
detrimentalness
zarar
deprediation
zarar
bane
zarar
wastage
zarar
disadvantage
zarar
depredation
zarar
perniciousness
zarar
scathe
zarar
derogation
zarar
damage to
zarar
do damage
zarar
undermining

Lack of sleep was undermining her health. - Uyku eksikliği gizliden gizliye onun sağlığına zarar veriyordu.

zarar
to harm
gemilerin zararsız geçiş hakkı
(Hukuk) innocent passage
zarar
sacrifice
zarar
average
zarar
forfeit
zarar
prejudice
zarar
(Hukuk) damage, injury, loss, prejudice, derogation
zarar
damage, harm, injury, detriment; loss
zarar
wreckage
zarar
evil
zarar
maleficence
zarar
com. loss
zarar
encroachment
zarar
damage, injury, detriment, harm
zarar
disservice
zarar
havoc
التركية - التركية
Zarar vermeyen, zararı dokunmayan
Oldukça iyi
Zarar vermeyen, zararı dokunmayan: "Çıplak kadın tamamen zararsızdır."- A. Haşim
Az sonra zararsız bir masa düzülüverdi."- N. Cumalı
Oldukça iyi: "Bakkaldan turşu, portakal aldırdım
ZARAR
(Osmanlı Dönemi) Lüzumlu ve kıymetli bir şeyin eksilmesi veya kaybolması. Ziyan. Kayıp.(Zarar, birşeye dahil olan eksikliktir ki, hastalık veya körlük, topallık gibi sakatlık demektir. Nitekim anadan doğma a'maya ve pek zayıf hastaya darir denilir. Mühimmat ve levazım tedarikinden âciz olmak da bu mânadadır. Binaenaleyh zararlılar; dertli, sakat, âciz, özürlülerdir. Bunların gayrı olan gayr-i uli-z zarar ise, sahih, salim ve kadir olanlar demek olur. E.T.)
Zarar
ziyan
zarar
Bir şeyin, bir olayın yol açtığı çıkar kaybı veya olumsuz, kötü sonuç, dokunca, ziyan, mazarrat: "Aldığı günlerde iyi para getiren oteli zararla kapatmaya başlamışlar."- M. Ş. Esendal
zarar
Bir şeyin, bir olayın yol açtığı çıkar kaybı veya olumsuz, kötü sonuç, dokunca, ziyan, mazarrat
zararsız
المفضلات