zamanlar

listen to the pronunciation of zamanlar
التركية - الإنجليزية
(Dilbilim) tenses
plural of tense
Présent Imparfait Passé simple Passé composé Plus-que-parfait Passé antérieur Futur Futur antérieur Present Imperfect Preterite, Simple Past Present Perfect Past Perfect Past Anterior Future Future Perfect Glossary Index
The present tense includes the past and future tenses, and the future includes the present
Tense shows the time of a verb's action or being There are three inflected forms reflected by changes in the endings of verbs The present tense indicates that something is happening or being now: "She is a student She drives a new car " The simple past tense indicates that something happened in the past: "She was a student She drove a new car " And the past participle form is combined with auxiliary verbs to indicate that something happened in the past prior to another action: "She has been a student She had driven a new car "
third-person singular of tense
zaman
date

When was the last time you went on a date? - En son ne zaman biriyle çıktın?

Mary and I dated a long time ago. - Mary ve ben uzun zaman önce çıktık.

bir zamanlar
once upon a time

Once upon a time there was a chicken that had a crispbread. - Bir zamanlar bir tavuk vardı, onun bir gözlemesi vardı.

Once upon a time, there was a beautiful princess. - Bir zamanlar güzel bir prenses varmış.

zaman
time

What time will you be back? - Ne zaman geri döneceksin?

What are the measures of time? - Zamanın ölçüsü nedir?

zaman
tense

Relations between China and Japan have been tense recently. - Çin ve Japonya arasındaki ilişkiler son zamanlarda gergin olmuştur.

Which endings does this verb have in the present tense? - Bu fiil geniş zamanda hangi takıları alır?

zaman
moment

Tom showed up at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

I'll talk to him at the earliest possible moment. - Mümkün olan en kısa zamanda onunla konuşacağım.

eski zamanlar
old

Let's talk about old times. - Eski zamanlar hakkında konuşalım.

Tom and Mary wanted to talk about old times. - Tom ve Mary eski zamanlar hakkında konuşmak istediler.

zaman
hour

It took me more than two hours to translate a few pages of English. - Birkaç sayfa ingilizceyi çevirmek iki saatten daha fazla zamanımı aldı.

It took me more than two hours to translate a few pages of English. - Birkaç sayfa İngilizce çevirmek iki saatten fazla zamanımı aldı.

zaman
time, season: Yenidünya zamanı geldi. Loquats are now in season
zaman
cycle
bir zamanlar
once

All this worldly wisdom was once the unamiable heresy of some wise man. - Bütün bu dünyevi bilgelik bir zamanlar herhangi bir bilge adamın sevimsiz sapıklığıydı.

I have seen him once on the train. - Onu bir zamanlar trende gördüm.

o zamanlar
then

I used to go home to eat back then. - O zamanlar yemek yemek için eve giderdim.

I made a lot of mistakes back then. - O zamanlar tekrar bir sürü hata yaptım.

zaman
bout
zaman
while

He kept on working all the while. - O,her zaman çalışmaya devam etti.

I often study while listening to music. - Müzik dinlediğim zaman sık sık çalışırım.

zaman
the right time or the time appointed (to do something): Artık bu işin zamanı geldi. It's now the right time to do this job
zaman
father time
zaman
mus. time, meter, rhythm
zaman
when: geldiği zaman when he came
zaman
whilst
zaman
free time: Bugün hiç zamanım yok. I've no free time today. 7 gram. tense
zaman
day

It rained heavily all day, during which time I stayed indoors. - Tüm gün şiddetli yağmur yağdı, bu zaman zarfında evde kaldım.

I read a newspaper every day so that I may keep up with the time. - Zamana ayak uydurabileyim diye her gün gazete okurum.

zaman
geol. era
zaman
season

When does the rainy season in Japan begin? - Japonya'da yağmur sezonu ne zaman başlar?

Tax season is a very busy time of year for accountants. - Vergi sezonu muhasebeciler için yılın en meşgul zamanıdır.

zaman
when

We'll do it when we have time. - Zamanımız olduğunda onu yapacağız.

When will you return? - Ne zaman geri döneceksin?

zaman
sands
zaman
reign

Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world. - Bir zamanlar büyük bir fatih olan bir imparator yaşardı ve dünyadaki herhangi birinden daha fazla ülkede hüküm sürdü.

There was a time when kings and queens reigned over the world. - Kralların ve kraliçelerin dünyada hüküm sürdüğü bir zaman vardı.

zaman
(Bilgisayar) time-scale
zaman
occasion

Even now there are occasional aftershocks. - Şimdi bile zaman zaman artçı şoklar var.

He occasionally visited me. - O, zaman zaman beni ziyaret etti.

zaman
age

It's been quite ages since we last met. - Son karşılaştığımızdan beri oldukça uzun zaman oldu.

If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky. - Eğer İskoçya'dan gelmiyorsa ve en az on iki yıl eskitilmediyse o zaman o, viski değildir.

zaman
epoch
zaman
(Dilbilim) temporal
zaman
period

The students' lunch period is from twelve to one. - Öğrencilerin öğlen yemeği zamanı saat on ikiden saat bire kadardır.

The goal of the center should be to train young people from other countries within a specific time period. - Merkezin hedefi, diğer ülkelerden gelen gençleri belli bir zaman aralığında eğitmek olmalıdır.

zaman
(Bilgisayar) time card
zaman
era
zaman
space

Mariner 10 was the first space probe to visit Mercury. It was also the first probe to visit two planets - Venus and Mercury. - Mariner 10, Merkür'ü ziyaret eden ilk uzay sondasıydı. Aynı zamanda, iki gezegeni -Venüs ve Merkür- ziyaret eden ilk sondaydı.

You can move about in all directions of Space, but you cannot move about in Time. - Neredeyse Uzayın tüm yönlerinde hareket edebilirsin ancak zaman içinde hareket edemezsin.

zaman
times

He's behind the times in his methods. - O metotlarında zamanın gerisindedir.

There are times when I find you really interesting. - Seni gerçekten ilginç bulduğum zamanlar var.

zaman
duration
zaman
(Tıp) chrono-
zaman
(Bilgisayar) timecard
zaman
everytime

Everytime I look at him, he smiles. - Ona ne zaman baksam gülümser.

zor zamanlar
difficult times
zaman
time: Zaman nehir gibi akıyor. Time flows like a river. Bana zaman lazım. I need time. Fatoş'un zamanı az. Fatoş has little time to spare. ışık söndürme zamanı lights-out
zaman
leeway
zaman
meantime
zaman
age, era, epoch: zamanın âlimleri the learned men of the age
bir zamanlar
Back then
zaman
(a person's) youth or prime; the time when one was engaged in a particular activity: Benim zamanımda bu işyerinin yönetim biçimi bambaşkaydı. This office was run quite differently in my time
zaman
of time

It's a waste of time to stay longer. - Daha uzun kalmak zaman kaybıdır.

The event was forgotten in progress of time. - Zamanın ilerlemesiyle olay unutuldu.

zaman
to time
bir zamanlar
in days of yore
bir zamanlar
at one time, once, once upon a time
bir zamanlar
lang syne
bir zamanlar
erstwhile
en zor zamanlar
the hardest times
eski zamanlar
times of old
ilk zamanlar
at first

I didn't like doing this at first. - İlk zamanlar bunu yapmaktan hoşlanmadım.

I was skeptical at first. - İlk zamanlar şüpheciydim.

o zamanlar
those days

Her feet were bare, as was the custom in those days. - O zamanlar âdet olduğu üzere, yalınayaktı.

In those days, sugar was less valuable than salt. - O zamanlar, şeker tuzdan daha az değerliydi.

son zamanlar
these days

How are you doing these days? - Son zamanlarda nasılsın?

zaman
time; age, era, epoch, period; tense; reign
zaman
year

What time of year do you usually like to spend time on the beach? - Yılın hangi zamanında genellikle sahilde zaman geçirmek istersin?

We have a lot of snow at this time of the year. - Yılın bu zamanında bir sürü karımız var.

zor zamanlar
hard times
الإنجليزية - الإنجليزية

تعريف zamanlar في الإنجليزية الإنجليزية القاموس.

zaman
Albizia saman, a large tropical tree in the pea family
zaman
large ornamental tropical American tree with bipinnate leaves and globose clusters of flowers with crimson stamens and sweet-pulp seed pods eaten by cattle
التركية - التركية
(Hukuk) EZMİNE
(Osmanlı Dönemi) ezmen
ZAMAN
(Osmanlı Dönemi) Bak: Zeman
ZAMAN
(Hukuk) Bir ödemeyi veya zarar ziyanı karşılama sorumluluğunu üstlenme
Zaman
devran
Zaman
vakit

Şu sıralar BT sertifikasyonlarına çalışmaya çok vakit harcıyorum. - Bu aralar IT sertifikasyonlarına çalışmak için epey zaman harcıyorum.

Nasıl vakit buluyor bilmiyorum. - Buna nasıl zaman ayırıyor bilmiyorum.

Zaman
dem
Zaman
adar
Zaman
eyn
Zaman
(Osmanlı Dönemi) AFUR
bir zamanlar
Zamanında, vaktiyle, eskiden
zaman
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler
zaman
Velid Ebüzziya'nın 1934 çıkardığı gazete
zaman
Fiillerin belirttikleri geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman, geniş zaman kavramı
zaman
Belirlenmiş olan an. Çağ, mevsim
zaman
Belirlenmiş olan an
zaman
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler: "Eski müdür zamanında hayli şımarmış olan bu miskin ve ukala herifi sepetledi."- H. Taner
zaman
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar: "Sigarasını efkârlı olduğu zamanlar yaptığı gibi sık nefeslerle çabuk çabuk içiyordu."- H. Taner
zaman
Yer kabuğunun geçirdiği gelişimde belirlenen ve fosillere göre dörde ayrılan geniş evrelerden her biri
zaman
Dönem, devir
zaman
Güneş ve yıldızların öğlene göre açısal uzaklığına karşılık bir ölçü
zaman
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar
zaman
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit: "Zaman geçtikçe hafifleyecek yerde, daha ziyade ağırlaşan bir vicdan azabı duyarım."- Ö. Seyfettin
zaman
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit: "Efendiler, az söylemek çok yapmak zamanı gelmiştir."- A. İlhan
zaman
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit
zaman
Çağ, mevsim
zaman
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit