zamana

listen to the pronunciation of zamana
التركية - الإنجليزية

تعريف zamana في التركية الإنجليزية القاموس.

zaman
date

I've always dated older women. - Her zaman yaşlı kadınlarla flört ettim.

I once dated a girl just like Mary. - Bir zamanlar tam Mary gibi bir kızla çıkıyordum.

zaman
time

Imagine that you had a time machine. - Bir zaman makinen olduğunu hayal et.

Some read books just to pass time. - Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.

zamana ait
temporal
zamana ayak uyduramayan
behindhand
zamana ayak uyduran
temporizing
zamana ayak uydurmak
to keep up with the times, to move with the times, to march with the times
zamana ayak uydurmak
move with the times
zamana bağlı değişim
modulation
zamana değer
worthwhile

Reading this book was really worthwhile. - Bu kitabı okumak gerçekten zamana değerdi.

zamana göre ayarlamak
trim with the times
zamana göre verimi artırma uzmanı
time study man
zamana ihtiyacı olmak
be pinched for time
zamana sıkışmak
be rushed for time
zamana sıkışmak
be pressed for time
zamana uyan
temporizing
zamana uyan kimse
temporizer
zamana uymak
temporize
zamana uymak
to conform to the age in which one lives, move with the times, keep in step with the times
zamana uymak
to keep up with the times
zamana uyum sağlayan
timeserving
zamana yönelik izleme
(Bilgisayar,Teknik) time oriented trace
zaman sana uymazsa sen zamana uy
(Atasözü) If the times don't conform to you, then you should conform to the times
zaman
tense

It is even becoming accepted even in exam-English that that called simple future tense does not exist. - Basit gelecek zaman denilen şey İngilizce sınavında kabul edilse bile, o mevcut değildir.

I am always tense before I get on an airplane. - Uçağa binmeden önce her zaman gergin olurum.

zaman
moment

I'll talk to him at the earliest possible moment. - Mümkün olan en kısa zamanda onunla konuşacağım.

Tom showed up at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

zaman
hour

It took me more than two hours to translate a few pages of English. - Birkaç sayfa İngilizce çevirmek iki saatten fazla zamanımı aldı.

When I was a child, I spent many hours reading alone in my room. - Çocukken odamda yalnız başına kitap okuyarak çok fazla zaman geçirdim.

zaman
time, season: Yenidünya zamanı geldi. Loquats are now in season
zaman
cycle
zaman
bout
zaman
while

He kept smoking all the while. - O her zaman sigara içmeye devam etti.

He kept on working all the while. - O,her zaman çalışmaya devam etti.

zaman
the right time or the time appointed (to do something): Artık bu işin zamanı geldi. It's now the right time to do this job
zaman
father time
zaman
mus. time, meter, rhythm
zaman
when: geldiği zaman when he came
zaman
whilst
zaman
free time: Bugün hiç zamanım yok. I've no free time today. 7 gram. tense
zaman
day

I want to ask them when their wedding day is. - Ben onlara düğün günlerinin ne zaman olduğunu sormak istiyorum.

I read a newspaper every day so that I may keep up with the time. - Zamana ayak uydurabileyim diye her gün gazete okurum.

zaman
geol. era
zaman
season

When does the rainy season in Japan begin? - Japonya'da yağmur sezonu ne zaman başlar?

Tax season is a very busy time of year for accountants. - Vergi sezonu muhasebeciler için yılın en meşgul zamanıdır.

zaman
when

When can I swim here? - Ne zaman burada yüzebilirim?

We'll do it when we have time. - Zamanımız olduğunda onu yapacağız.

zaman
sands
ayak uydurmak (zamana)
keep up with
ayak uydurmak (çağa/zamana)
keep up with
zaman
reign

There was a time when kings and queens reigned over the world. - Kralların ve kraliçelerin dünyada hüküm sürdüğü bir zaman vardı.

Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world. - Bir zamanlar büyük bir fatih olan bir imparator yaşardı ve dünyadaki herhangi birinden daha fazla ülkede hüküm sürdü.

zaman
(Bilgisayar) time-scale
zaman
occasion

He occasionally visited me. - O, zaman zaman beni ziyaret etti.

He reads detective stories on occasion. - O, zaman zaman dedektif hikayeleri okur.

zaman
age

This part of the tune needs some real skill. It took me ages to learn how to play it on the piano. - Bestenin bu bölümünün biraz gerçek beceriye ihtiyacı var.Bunun piyanoda nasıl çalınacağını öğrenmek uzun zamanımı aldı.

If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky. - Eğer İskoçya'dan gelmiyorsa ve en az on iki yıl eskitilmediyse o zaman o, viski değildir.

zaman
epoch
zaman
(Dilbilim) temporal
zaman
period

Ten years is a really long period of time. - On yıl gerçekten uzun bir zaman aralığıdır.

The students' lunch period is from twelve to one. - Öğrencilerin öğlen yemeği zamanı saat on ikiden saat bire kadardır.

zaman
(Bilgisayar) time card
zaman
era
zaman
space

Mariner 10 was the first space probe to visit Mercury. It was also the first probe to visit two planets - Venus and Mercury. - Mariner 10, Merkür'ü ziyaret eden ilk uzay sondasıydı. Aynı zamanda, iki gezegeni -Venüs ve Merkür- ziyaret eden ilk sondaydı.

Between space and time. - Uzay ve zaman arasında.

zaman
times

In Viking times Greenland was greener than today. - Viking zamanında, Grönland bugünkünden daha yeşildi.

There are times when I find you really interesting. - Seni gerçekten ilginç bulduğum zamanlar var.

zaman
duration
zaman
(Tıp) chrono-
zaman
(Bilgisayar) timecard
zaman
everytime

Everytime I look at him, he smiles. - Ona ne zaman baksam gülümser.

zaman
time: Zaman nehir gibi akıyor. Time flows like a river. Bana zaman lazım. I need time. Fatoş'un zamanı az. Fatoş has little time to spare. ışık söndürme zamanı lights-out
zaman
leeway
zaman
meantime
zaman
age, era, epoch: zamanın âlimleri the learned men of the age
zaman
(a person's) youth or prime; the time when one was engaged in a particular activity: Benim zamanımda bu işyerinin yönetim biçimi bambaşkaydı. This office was run quite differently in my time
zaman
of time

What are the measures of time? - Zamanın ölçüsü nedir?

It's a waste of time to stay longer. - Daha uzun kalmak zaman kaybıdır.

zaman
to time
aynı zamana rastlamak
to coincide
birinci zamana ait
paleozoic
birinci zamana ait
Palaeozoic [Brit.]
bu gidiş dönüş bileti ne zamana kadar geçerli
How long is a round trip ticket good for
dığı zamana kadar
till when
eski zamana ait
pristine
gerçek zamana yakın
(Askeri) near real time
gerçek zamana yakın dağıtım
(Askeri) near real time dissemination
ikinci zamana ait
Mesozoic
o zamana kadar
by then

Can you finish by then? - O zamana kadar bitirebilir misin?

We will move into our new house next month if it is completed by then. - O zamana kadar tamamlanırsa gelecek ay yeni evimize taşınacağız.

o zamana kadar
by that time

By that time I'll have already left. - O zamana kadar çoktan ayrılmış olacağım.

We will start at two o'clock if it has stopped raining by that time. - O zamana kadar yağmur durursa biz saat ikide başlayacağız.

o zamana kadar
till then

What do I do till then? - O zamana kadar ne yaparım?

The food supplies will not hold out till then. - Gıda malzemeleri o zamana kadar dayanmaz.

taktik destek timi; harekat alanı destek timi; zamana duyarlı hedef
(Askeri) tactical support team; theater support team; time-sensitive target
zaman
time; age, era, epoch, period; tense; reign
zaman
year

If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky. - İskoçyalı ve en az on iki yıllık değilse, o zaman viski değildir.

Ten years is a long time. - On yıl uzun bir zamandır.

zemin ve zamana uygun suited
to both the place and the time
üçüncü zamana ait
tertiary
الإنجليزية - الإنجليزية

تعريف zamana في الإنجليزية الإنجليزية القاموس.

zaman
Albizia saman, a large tropical tree in the pea family
zaman
large ornamental tropical American tree with bipinnate leaves and globose clusters of flowers with crimson stamens and sweet-pulp seed pods eaten by cattle
التركية - التركية

تعريف zamana في التركية التركية القاموس.

ZAMAN
(Osmanlı Dönemi) Bak: Zeman
ZAMAN
(Hukuk) Bir ödemeyi veya zarar ziyanı karşılama sorumluluğunu üstlenme
Zaman
devran
Zaman
vakit

Şu sıralar BT sertifikasyonlarına çalışmaya çok vakit harcıyorum. - Bu aralar IT sertifikasyonlarına çalışmak için epey zaman harcıyorum.

Nasıl vakit buluyor bilmiyorum. - Buna nasıl zaman ayırıyor bilmiyorum.

Zaman
dem
Zaman
adar
Zaman
eyn
Zaman
(Osmanlı Dönemi) AFUR
zaman
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler
zaman
Velid Ebüzziya'nın 1934 çıkardığı gazete
zaman
Fiillerin belirttikleri geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman, geniş zaman kavramı
zaman
Belirlenmiş olan an. Çağ, mevsim
zaman
Belirlenmiş olan an
zaman
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler: "Eski müdür zamanında hayli şımarmış olan bu miskin ve ukala herifi sepetledi."- H. Taner
zaman
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar: "Sigarasını efkârlı olduğu zamanlar yaptığı gibi sık nefeslerle çabuk çabuk içiyordu."- H. Taner
zaman
Yer kabuğunun geçirdiği gelişimde belirlenen ve fosillere göre dörde ayrılan geniş evrelerden her biri
zaman
Dönem, devir
zaman
Güneş ve yıldızların öğlene göre açısal uzaklığına karşılık bir ölçü
zaman
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar
zaman
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit: "Zaman geçtikçe hafifleyecek yerde, daha ziyade ağırlaşan bir vicdan azabı duyarım."- Ö. Seyfettin
zaman
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit: "Efendiler, az söylemek çok yapmak zamanı gelmiştir."- A. İlhan
zaman
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit
zaman
Çağ, mevsim
zaman
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit
zamana
المفضلات