تعريف yokluk في التركية الإنجليزية القاموس.
- poverty
- lack
- (Hukuk) absence
He came to school after a long absence.
- Uzun bir yokluktan sonra okula geldi.
After a long absence he came back.
- Uzun bir yokluktan sonra geri döndü.
- famine
- non-existence
- non-appearance
- (Ticaret) wants
- (Felsefe) nihility
- negations
- (Felsefe) nihil
- lack of
- narrow circumstances
- default
- nonappearance
- nonexistence; absence; lack, shortage, dearth; poverty, privation
- shortage
- want
- exiguity
- failure
- scarcity, shortage
- hardship
- tightness
- nonexistence
- neediness
- dearth
- privation
- penury
- straits
- strait
- nudity
- nothing
- in existence
- nihilism
- negation
- destitution
- nothingness
- yokluk çeken
- destitute
- yokluk çeken
- poverty-stricken
- yokluk çekerek
- lacking
- yokluk durumu
- (Dilbilim) abessive
- yokluk çeken
- poverty stricken
- yokluk çeken
- poverty struck
- yokluk çekmek
- famish
- yokluk çekmek
- be in want
- yok
- away
Tom can't trust Mary to look after his house while he's away.
- Tom o yokken Mary'nin onun eviyle ilgileneceğine güvenemiyor.
The boss asked Mr Brown to take charge of the office while she was away.
- Patron, Bay Brown'dan kendisi yokken işyerinin sorumluluğunu almasını istedi.
- yok
- absent
I was absent from school because of illness.
- Hastalık nedeniyle okulda yoktum.
He was absent owing to illness.
- O, hastalık nedeniyle yoktu.
- yok
- nope
- yok
- unavailable
- yok
- not
There was nothing but an old chair in the room.
- Odada eski bir sandalyeden başka bir şey yoktu.
I've got nothing to say to him.
- Ona söyleyecek hiçbir şeyim yok.
- yok
- used sarcastically at the beginning of each of several successive clauses: Yok hava kötüymüş, yok zamanı değilmiş, kısacası bu işe yanaşmayacağı belliydi. If it wasn't that the weather was bad, then it was the fact that the time wasn't ripe; in short, it was clear that he wasn't going to get around to doing this job
- yok
- no
- yok
- nay
- yok
- used for emphasis at the beginning of a statement: Yok, iyi adam vesselam. He's a good fellow, and that's all there is to it
- yok
- but if not ...: Sınavı kazandın, ne güzel; yok kazanamadın, bir daha denersin. If you pass the test, that'll be great; but if you fail it, then you'll just take it another time
- yok
- none
I wanted some salt, but there was none in the jar.
- Biraz tuz istedim fakat kavanozda hiç yoktu.
It's none of your business.
- Onun sizinle bir ilgisi yok.
- yok
- kill
Stand where you are or I'll kill you.
- Olduğun yerde kal yoksa seni öldürürüm.
Hold your tongue, or you'll be killed.
- Dilini tut, yoksa öldürüleceksin.
- izinsiz yokluk
- (Ticaret) awol
- yok
- (Tıp) yoke
- yok
- nix
- yok
- nonexistence
- yok
- not just yet
- yok
- on second thought
- yok
- (Bilgisayar) does not exist
- yok
- (Bilgisayar) omit
- yok
- (Bilgisayar) missing
- yok
- (Bilgisayar) clear
- yok
- (Bilgisayar) n a
- yok
- (Bilgisayar) not set
- yok
- (Bilgisayar) n/a
- yok
- nonexistent
- yok
- there are not
- yok
- (Bilgisayar) not available
- yok
- (Bilgisayar) do not exist
- yok
- nothing
- yok
- (Bilgisayar) na
- yok
- none available
- yok
- (Bilgisayar) not present
- yok
- off
- yok
- out of stock
- yok
- lacking
He must be lacking in common sense.
- Sağ duyudan yoksun olmalı.
He is lacking in common sense.
- O, sağduyudan yoksundur.
- yok
- there is not
- yok
- ain't
- yok
- not existing, nonexistent
- yok
- used to indicate a refusal to participate in something: Siz onu yapacak olursanız ben yokum. If you're going to do that I'm not coming with you. O işte ben yoktum. I had nothing to do with that matter
- yok
- not present, absent; not at hand, not available
- yok
- haven't got
Hiç paraları yok.
- yok
- nonexistent, absent, lacking; nonexistence, nothing; no; there is not, there are not
- yok
- does
It doesn't matter what he said.
- Söylediği şeyin hiçbir önemi yok.
Does she speak English, French or German?
- O İngilizce mi, Fransızca mı yoksa Almanca mı konuşuyor?
- varlık içinde yokluk
- scarcity despite wealth
- yok
- no (a negative reply)