yetiştirme

listen to the pronunciation of yetiştirme
التركية - الإنجليزية
breeding

Tom kept a pair of rabbits for breeding. - Tom yetiştirmek için bir çift tavşan besledi.

upbringing

Tom had a very sheltered upbringing. - Tom çok korunaklı bir yetiştirmeye sahipti.

having (one person) catch up with (another)
getting (something) done or ready in time
raising (children, animals, plants)
growing

Organic agriculture is a method of growing plants (grains, legumes, fruit) without chemicals. - Organik tarım kimyasallar olmadan bir bitkileri (tahıllar, baklagiller, meyve) yetiştirme yöntemidir.

If farmers don't make a decent living growing peanuts, they will try growing other crops. - Çiftçiler fıstık yetişen iyi bir yaşam yapmazlarsa, diğer ürünleri yetiştirmeye çalışacaklardır.

nurture
cultivation
culture
person who's been trained by or raised by (a specified person), protégé of; protégée of
getting (someone, something) to (a place) in time
edification
making (one thing) reach (another)
bringing (one person) to the aid of (another) in time
making (something) suffice
training (animals)
bringing up; breeding; cultivation
(Arılık) selective breeding
(Arılık) rear

My mother worked hard in order to rear us. - Annem bizi yetiştirmek için çok çalıştı.

cultivate
upbring
education
yetiştirmek
raise

My mother worked hard in order to raise us. - Annem bizi yetiştirmek için çok çalıştı.

This would be a good place to raise kids. - Bu, çocukları yetiştirmek için iyi bir yer olurdu.

yetiştirme yurdu
Orphanage, children´s home
yetiştirme yurdu
orphanage, children's home
yetiştirmek
grow

Sami wanted to go to Costa Rica and grow bananas. - Sami, Kosta Rika'ya gitmek ve muz yetiştirmek istiyordu.

In Thailand it has already become too dry to grow rice in some parts of the country. - Tayland'da ülkenin bazı kısımları pirinç yetiştirmek için şimdiden aşırı kuru hale geldi.

yetiştirmek
produce
yetiştirmek
bring up

I want to bring up my son as my father did me. - Babamın beni yetiştirdiği gibi oğlumu yetiştirmek istiyorum.

yetiştirmek
cultivate
yetiştirmek
{f} rear

My mother worked hard in order to rear us. - Annem bizi yetiştirmek için çok çalıştı.

yetiştirmek
nurture
yetiştirmek
{f} coach
yetiştirmek
{f} groom
yetiştirmek
{f} discipline
yetiştirmek
educate
koyun yetiştirme
sheep breeding
orman yetiştirme
afforestation
yetiştirmek
train
yetiştirmek
throw up
yetiştirmek
manage
yetiştirmek
bring somebody up
yetiştirmek
cement
yetiştirmek
catch
lâf yetiştirme
cross talk
yetiş
got on for
yetiş
get on for
yetiş
{f} overtaken
yetiş
overtook
yetiş
overtake

If you hurry, you will soon overtake her. - Eğer acele edersen yakında ona yetişirsin.

If you hurry, you will overtake him. - Acele edersen ona yetişirsin.

yetiş
catch up

I'll catch up with you later. - Daha sonra size yetişirim.

You walk on and I will catch up with you later. - Sen ilerle ve ben sana daha sonra yetişirim.

yetiş
grown at
yetiştirmek
school
yetiştirmek
bring sb up
yetiştirmek
race
yetiştirmek
breed

Tom kept a pair of rabbits for breeding. - Tom yetiştirmek için bir çift tavşan besledi.

yetiştirme yurdu
foster home

Tom grew up in a foster home. - Tom bir yetiştirme yurdunda büyüdü.

yetiştirmek
Manage to fulfill a work
yetiştirmek
caught up

Larry is finally caught up on his work.

ağaç yetiştirme
sylviculture
ağaç yetiştirme
arboriculture
ağaç yetiştirme
cultivation of trees and shrubs
deniz yosunu yetiştirme
(Askeri) seaweed cultivation
fidan yetiştirme
(Tarım) arboriculture
hayvan yetiştirme
cattle breeding
kendi kendini yetiştirme
auto training
kuğu yetiştirme yeri
swannery
madensel sularda bitki yetiştirme yöntemi
aquiculture
melez yetiştirme
crossbreeding
meyve yetiştirme bilimi
pomology
meyve yetiştirme uzmanı
pomologist
pencere önünde çiçek yetiştirme
window gardening
serada yetiştirme
forcing
serada yetiştirme
glass culture
su yosunu yetiştirme aleti
(Askeri) tangle cultivation equipment
su yosunu yetiştirme sistemi
(Askeri) tangle cultivation system
suda bitki yetiştirme
hydroponics
sülün yetiştirme yeri
pheasantry
turfanda yetiştirme
forcing
yetiştirmek
to enable (someone) to live long enough to know (someone, something); to enable (someone) to be born early enough to know (someone, something)
yetiştirmek
to bring sb up, to nurture; to breed; to train; to coach; to bring sb on; to grow, to raise, to cultivate; to send (information); to make do, to manage; to throw up
yetiştirmek
to get (something) done or ready in time for
yetiştirmek
to have (one person) catch up with (another)
yetiştirmek
turn out
yetiştirmek
to tell (someone) (something that he wasn't meant to hear)
yetiştirmek
to educate
yetiştirmek
to train (animals)
yetiştirmek
to raise (children, animals, plants)
yetiştirmek
to make (something) suffice
yetiştirmek
cradle
yetiştirmek
to get (someone, something) to (a place) in time
yetiştirmek
rush

We have to rush him to the hospital. He's badly injured. - Onu hastaneye yetiştirmek zorundayız. O fena halde yaralı.

yetiştirmek
to bring (one person) to the aid of (another) in time
yetiştirmek
farm
yetiştirmek
to make (one thing) reach (another): İpi o ağaca yetiştiremiyorum. I can't make the rope reach that tree
çiçek yetiştirme
floriculture
çiçek yetiştirme yeteneği
green fingers
çiçek yetiştirme yeteneği
green thumb
çocuk yetiştirme
bringing-up
üzüm yetiştirme
viniculture
şaraplık üzüm yetiştirme
viniculture
التركية - التركية
Yetiştirmek işi
Birinin koruyuculuğunda yetişen kimse
talim
yetiştirme yurdu
Anne ve babası olmayan veya anne ve babası tarafından bırakılan ve haklarında koruma kararı alınan 7-18 yaşlarındaki çocukların barındırılıp yetiştirildiği eğitim kurumu
Yetiştirme yurdu
çocuk yuvası
Yetiştirmek
(Osmanlı Dönemi) TEEDDİ
Yetiştirmek
(Osmanlı Dönemi) NEMY
Yetiştirmek
beslemek
yetiştirmek
Sağlayıp vermek: "Sigara yakmak isteyenlere kibrit yetiştirir."- H. Taner
yetiştirmek
Vaktinde hazır olmasını sağlamak, tamamlamak, bitirmek
yetiştirmek
Üretmek, büyütmek, geliştirmek
yetiştirmek
Birini veya bir şeyi gitmekte veya gitmek üzere olan bir kimse veya şeye ulaştırmak, ulaşmasını sağlamak: "Cephemiz susuz, kuru ekmek ve benzini güç yetiştiriyoruz."- F. R. Atay
yetiştirmek
Sağlayıp vermek
yetiştirmek
Gitmekte veya gitmek üzere olan bir kimse veya şeye ulaştırmak, ulaşmasını sağlamak
yetiştirmek
Söylenmemesi gereken bir şeyi hemen söylemek: "Hiç kalır mı? Ertesi gün valiye yetiştirdiler."- M. Ş. Esendal. Çocuğun gelişip büyümesine özen göstermek: "Munise'yi güzel ahlaklı bir kadın olarak yetiştirecektim."- R. N. Güntekin
yetiştirmek
Birini gerekli bir iş için tam zamanında bir yere götürmek. Üretmek, büyütmek, geliştirmek: "Evlerinin bahçesinde bir iki elma erik ağacı yetiştirirler."- N. Cumalı. İletmek, duyurmak: "Müjdeyi komşu hanımlara yetiştirmeğe koşmuştu."- H. F. Ozansoy
yetiştirmek
Birini gerekli bir iş için tam zamanında bir yere götürmek
yetiştirmek
İletmek, duyurmak
yetiştirmek
Söylenmemesi gereken bir şeyi hemen söylemek
yetiştirmek
Eğitim, öğrenim sağlamak
yetiştirmek
Gelişip büyümesine özen göstermek
yetiştirmek
Yetmesini sağlamak
yetiştirmek
Hazır olmasını sağlamak, tamamlamak, bitirmek
yetiştirme
المفضلات