O henüz geri gelmedi. Kaza geçirmiş olabilir.
- He isn't back yet. He may have had an accident.
Romanın son sayfasını henüz okumadım.
- I haven't read the final page of the novel yet.
Ancak Japonya hâlâ diğer ülkeler tarafından yeterince anlaşılamamıştır, ve Japonlar, aynı şekilde, yabancıları anlamayı zor bulmuştur.
- Yet Japan is still not sufficiently understood by other countries, and the Japanese, likewise, find foreigners difficult to understand.
Bildiğim kadarıyla, o hâlâ bekâr.
- As far as I know, she has not yet married.
Kompozisyonun yine de en iyisi.
- Your composition is the best yet.
Yine de ona pişman olacaksın.
- You will yet regret it.
Hatta biz onu henüz tartışmadık.
- We haven't even discussed that yet.
Sonunda gerçeği öğrenecek.
- He is yet to know the truth.
Sonunda soğuk algınlığın bitti mi?
- Are you over your cold yet?
Şimdiye kadar anne ve babana söyledin mi?
- Have you told your parents yet?
Sömürge şimdiye kadar bağımsızlık ilan etmedi.
- The colony has not declared independence as yet.
Onu şimdiye dek yaptın mı?
- Have you done that yet?
Tom şimdiye dek Boston'a gitmedi.
- Tom hasn't yet been to Boston.
Oysa, onun sıkıntıları bitmedi.
- Yet, his troubles are not over.
Richter ölçeğine göre büyüklüğü 5.0'ı aşan beş sarsıntı sadece bu hafta Japonya sarstı, ancak bilim adamları beklenen en büyük artçının henüz vurmadığı konusunda uyarıyorlar.
- Five tremors in excess of magnitude 5.0 on the Richter scale have shaken Japan just this week, but scientists are warning that the largest expected aftershock has yet to hit.
Ülke bölünür ancak dağlar ve ırmaklar vardır.
- The country is divided, yet there are mountains and rivers.
Şimdiye kadar hiçbir kazağı bitirmedim.
- As yet, I have not completed the sweater.
Şimdiye kadar ondan bir kelime duymadım.
- I have not heard a word from him as yet.
Tom'un şu anda onu yapmak için hazır olduğundan emin değilim.
- I'm not sure Tom is ready to do that yet.
Elvis'in şu anda yaşadığına inanıyorum.
- I believe Elvis yet lives.
Henüz hoşnut değilim.
- I'm not satisfied yet.
Tom henüz yeterince yaşlı olmadığının söylenmesinden hoşlanmıyor.
- Tom doesn't like being told he's not old enough yet.
Tom 2.30'da burada olmayı kabul etti fakat o henüz burada değil.
- Tom agreed to be here at 2:30, but he's not here yet.
Henüz emin değilim fakat sanırım bir öğretmen olacağım.
- I'm not sure yet, but I think I'll become a teacher.
Tom henüz kalkmadı. O genellikle 7.30'a kadar yatakta kalır.
- Tom isn't up yet. He usually stays in bed until 7:30.
Gilbert gene geç kaldı.
- Gilbert is late yet again.
Tepenin üstüne ulaştığımızda rüzgar daha da sert esti.
- The wind blew harder yet when we reached the top of the hill.
Tom'un üçüncü evliliği mutsuzdu ve hâlâ bir kez daha boşanmayı düşünüyordu.
- Tom's third marriage was unhappy and he was considering yet another divorce.
Karısının yeşil noktalarla kaplanmış yüzünü görünce kalp krizi geçirdi. Katil salatalığın bir kurbanı daha!
- Seeing the face of his wife covered in green spots, he had a heart attack. Yet another victim of the killer cucumber!
Şu ana kadar Tom'u buldular mı?
- Have they found Tom yet?
Bill, şu ana kadar Spot'u yürüyüşe çıkardın mı?
- Bill, did you take Spot for a walk yet?
Bay Saito'yu simaen biliyorum ama henüz onunla tanışmadım.
- I know Mr. Saito by sight, but I haven't met him yet.
Tom çoktan burada, ama Bill henüz gelmedi.
- Tom's already here, but Bill hasn't come yet.
Tom bir öküz kadar güçlü ama buna rağmen bir korkak.
- Tom's as strong as an ox, yet nevertheless is a coward.
Have you finished yet?.
Wiktionary is yet another reason to be cheerful.
K-2 is yet higher than this.
I thought I knew you, yet how wrong I was.
The workers went to the factory early and are striking yet.
... who are yet to come. ...