تعريف yapılanma في التركية الإنجليزية القاموس.
- settlement
- A colony that is newly established; a place or region newly settled
- The act of setting, or the state of being settled
- Usually, a policy benefit or claim payment It connotes an agreement between both parties to the policy contract as to the amount and method of payment (G)
- a conclusive resolution of a matter and disposition of it an area where a group of families live together
- The process by which merchant and cardholder banks exchange financial data and value resulting from sales transactions, cash disbursements and merchandise credits
- The payment of cash for securities and, conversely, the delivery of securities against payment - the conclusion of a securities transaction by delivery Settlement is the payment or receipt of an outstanding due at the end of the settlement period
- The gradual sinking of a building. Fractures or dislocations caused by settlement
- The act or process of adjusting or determining; composure of doubts or differences; pacification; liquidation of accounts; arrangement; adjustment; as, settlement of a controversy, of accounts, etc
- (Closing) The process by which all financial dealings and contractual arrangements are completed for the buyer and seller At the time of settlement, or closing, all debts are paid, adjustments made and money disbursed, and a deed is prepared in the new owner's name
- A disposition of property, or the act of granting it
- A settlement is an agreement to end a disagreement or dispute without going to a court of law, for example by offering someone money. She accepted an out-of-court settlement of £4,000
- Establishment in life, in business, condition, etc
- (1) See financial settlement (2) In the United States, an irrevocable action that relieves the plan or plan sponsor of the obligation for a pension benefit and that eliminates the risk to the plan assets used to carry out the settlement One example of a settlement is payment of a lump-sum benefit to a plan participant, thus discharging any further benefit obligation to the participant Settlement is defined in FASB Statement No 88
- Specific date a securities trade is credited to the accounts of the buyer and seller and all evidence of ownership and payment are transferred Settlement for all securities traded on U S exchanges is the third business day after the date of the trade, also known as "T+3 "
- something settled or resolved; the outcome of decision making; "the finally reached a settlement with the union"; "they never did achieve a final resolution of their differences"; "he needed to grieve before he could achieve a sense of closure"
- Bestowal, or giving possession, under legal sanction; the act of giving or conferring anything in a formal and permanent manner
- Meeting between the buyer, seller, and closing agent at which property and funds legally change hands Settlement Costs - See Closing Costs Settlement Sheet - The computation of costs payable at closing which determines the seller's net proceeds and the buyer's net payment
- The process of sending a merchant's batch to the network for processing and payment For non-bankcards, the issuer pays the merchant directly (less applicable fees) and then bills the cardholder For bankcards, the acquirer pays the merchant (less applicable fees) with funds from Visa/MasterCard The bankcard issuer then bills the cardholder for the amount of the sale Also see Capture
- an area where a group of families live together
- {i} act of populating an area, colonization; small town, community; arrangement; resolution, reconciliation; payment of a debt or bill
- yapı
- construction
Tom worked for a construction company in Boston.
- Tom Boston'da bir yapı şirketi için çalıştı.
The bridge is under construction.
- Köprü yapım aşamasındadır.
- yapı
- structure
All the elements of a data structure are public by default.
- Bir veri yapısının tüm bileşenleri varsayılan olarak herkese açıktır.
This is the most massive structure I have ever seen.
- Bu şimdiye kadar gördüğüm en büyük yapıdır.
- yapı
- {i} mold
A man cannot be made in a mold.
- Bir insan, bir kalıp içinde yapılamaz.
- yapı
- {i} mould
- yapı
- constitution
She has a robust constitution.
- Onun sağlam bir yapısı var.
- yapı
- (a) building, edifice, (a) construction, (a) structure
- yapı
- building
This building is a capsule hotel lodging men and women.
- Bu yapı erkekleri ve kadınları konaklayan kapsül bir oteldir.
The building was built in 1960.
- Bina 1960'ta yapıldı.
- yapı
- {i} frame
The whole framework was made of iron.
- Bütün iskelet demirden yapıldı.
I was dwarfed by his gigantic frame.
- Onun dev gibi yapısı tarafından cüceleştim.
- yapı
- makeup, character, personality (of someone)
- yapı
- structural
Esperanto is not only nominally but also structurally an international language.
- Esperanto sadece nominal olarak değil aynı zamanda yapısal olarak da uluslararası bir dildir.
Structurally it's in good shape.
- Yapısal olarak iyi durumda.
- yapı
- {i} architecture
- yapı
- {i} texture
- yapı
- {i} habit
- yapı
- {i} form
No formal action was taken.
- Resmi bir işlem yapılmadı.
It is important that you attach your photo to the application form.
- Başvuru formuna fotoğrafınızı yapıştırmanız önemlidir.
- yeniden yapılanma
- restoration
- yapı
- {i} make
He knows how to make a radio.
- Nasıl bir radyo yapılacağını bilir.
My mother taught me how to make osechi.
- Annem bana nasıl osechi yapılacağını öğretti.
- kurumsal yapılanma
- (Ticaret) institutional structuring
- yapı
- (Denizbilim) strucure
- yapı
- (Bilgisayar) construct
I think we should use our time a bit more constructively.
- Bizim zamanı biraz daha yapıcı kullanmamız gerektiğini düşünüyorum.
All you ever do is nitpick. I wish you could say something more constructive.
- Şu ana kadar yaptığın bütün şey her şeye kusur bulmak, keşke daha yapıcı bir şey söyleyebilsen.
- yapı
- civil work
- yapı
- make-up
- yapı
- (Dilbilim) usage
- yapı
- (Politika, Siyaset) breakdown
- yapı
- temperament
- yapı
- set-up
- yapı
- pattern
India ink produces an interesting pattern when used as a dye.
- Çini mürekkebi boya olarak kullanıldığı zaman ilginç bir yapı üretir.
Those who intended to stay quickly adopted the island speech patterns, while those who did not, did not.
- Niyetli olmayanlar uyum sağlamazken, kalmaya niyetli olanlar adanın konuşma yapılarına çabucak uyum sağladılar.
- yapı
- (Jeoloji) constraction
- yapı
- configuration
You can adjust game configuration options when starting the game for the first time.
- Oyuna ilk kez başlarken oyunu yapılandırma seçeneklerini ayarlayabilirsiniz.
It is necessary to look more carefully into the demographic configuration of this region.
- Bu bölgenin demografik yapısına daha dikkatli bakılması gerekir.
- yapı
- design
- yapı
- dwelling
- yapı
- works
It works exactly as advertised.
- O tamamen reklam yapıldığı gibi çalışır.
He's making a table in his workshop.
- Atölyesinde bir tablo yapıyor.
- yapı
- {i} conformation
- yapı
- vein
- yapı
- build
This building is made of stone.
- Bu bina taştan yapılmıştır.
My father is a master builder.
- Babam bir yapı ustasıdır.
- yapı
- morpho-
- sosyal yapılanma
- Social constructionism
- yapı
- chemistry
Do you study chemistry?
- Kimya öğrenimi yapıyor musun?
Tom is majoring in chemistry.
- Tom kimyada ihtisas yapıyor.
- yapı
- stucture
- mekanda yeniden yapılanma
- (Hukuk) in-situ restructuring
- yapı
- corpus
- yapı
- composition
- yapı
- contexture
- yapı
- blood
Tom was given a blood transfusion.
- Tom'a kan nakli yapıldı.
- yapı
- (Hukuk) construction, structure
- yapı
- make, origin: Alman yapısı bir tabanca a revolver made in Germany/a German-made revolver
- yapı
- being
As a result, people have got so used to being paid this way that they're uncomfortable with any other.
- Sonuçta, insanlar kendilerine bu şekilde ödeme yapılmasına öyle alışmışlar ki başka türlüsünden rahatsız oluyorlar.
Our rocket is being built.
- Bizim roket yapılıyor.
- yapı
- framework
The building will be made of concrete on a steel framework.
- Yapı, çelik iskelet üzerine betondan yapılacaktır.
The whole framework was made of iron.
- Bütün iskelet demirden yapıldı.
- yapı
- building, construction: Herkeste bir yapı hevesi başladı. Everyone was seized with a desire to build
- yapı
- build, structure; constitution; physique; frame
- yapı
- building, construction, edifice " bina; structure" " strüktür; fabric; configuration, conformation; (beden) build; temperament, disposition
- yapı
- fiber
These warm socks are made from alpaca fiber.
- Bu kışlık çoraplar alpaka liften yapılır.
Muscles are made of hundreds of thin fibers.
- Kaslar yüzlerce ince liften yapılmıştır.
- yapı
- disposition
- yapı
- edifice
The new edifice of the theatre looks very splendid.
- Tiyatronun yeni yapısı çok görkemli görünüyor.
- yapı
- make up
- yapı
- fabric
Use the highest heat settings only when you're ironing fabrics made of natural fibers like cotton or linen.
- Sadece pamuk ve keten gibi doğal liflerden yapılmış kumaşları ütülerken en yüksek ısı ayarlarını kullanın.
The dress is made of a thin fabric.
- Elbise ince bir kumaştan yapılmıştır.
- yapı
- erection
- yapı
- fibre
These socks are made from bamboo fibre.
- Bu çoraplar bambu lifinden yapılır.
- yapı
- habit of body
- yapı
- {i} strain
- yapı
- {i} presence
- yapı
- {i} quality
If you want quality, pay for it.
- Eğer kalite istiyorsanız, bunun için ödeme yapın.
The life preserver must be made of high quality materials.
- Cankurtaran yüksek kaliteli malzemelerden yapılmış olmalıdır.
- yapı
- artifact
- yapı
- gestalt
- yapı
- setup
- yapı
- homologue
- yapı
- {i} Nature
Death is a disgusting thing that nature has to hide, and it does it well.
- Ölüm, doğanın gizlemesi gereken iğrenç bir şey ve bunu iyi yapıyor.
- yapı
- {i} organism
Visible from space, the Great Barrier Reef is the largest structure on Earth made by living organisms.
- Uzaydan görülebilen Great Barrier Reef, canlı organizmalar tarafından yapılan dünyadaki en büyük yapıdır.
- yapı
- {i} making
Tom worries about making mistakes at work.
- Tom, iş yaparken yapılan hatalardan endişeleniyor.
Peter is continually making phone calls to his mother.
- Peter sürekli annesiyle telefon görüşmesi yapıyor.
- yapı
- {i} system
Because the personal computer here cannot change the system, nothing can be done.
- Buradaki kişisel bilgisayar sistemi değiştiremediği için hiçbir şey yapılamaz.
The majority of big banks are introducing this system.
- Büyük bankaların çoğunluğu bu sisteme geçiş yapıyor.
- yeniden yapılanma
- (Hukuk) restructing
- yeniden yapılanma
- reconstruction
- önemli ölçüde yeniden yapılanma
- (Hukuk) significant restructuring