yanına

listen to the pronunciation of yanına
التركية - الإنجليزية
beside

Everybody wants to sit beside her. - Herkes onun yanına oturmak istiyor.

She knelt beside him and asked him what his name was. - O onun yanına diz çöktü ve onun adının ne olduğunu sordu.

along

Don't forget to take along the camera. - Kamerayı yanına almayı unutma.

next

Tom sat next to Mary at the concert. - Tom konserde Mary'nin yanına oturdu.

She sat next to him on the bus. - O, otobüste onun yanına oturdu.

(kâr) kalmak to get away with, do (something) without being punished for doing it: Bu cinayet yanına kalmaz. You won't get away with this murder. (...)
beside, along, with, alongside
with

Tom can't do such a thing and get away with it. - Tom böyle bir şey yapamaz ve yanına kar kalmaz.

You can not be rude to everyone and expect to get away with it forever. - Herkese karşı kaba davranamazsın ve sonsuza dek onun yanına kalacağını bekleyemezsin.

near

I prefer to sit in the front row near the window next to Tom. - Pencerenin yanında olan ön sırada Tom'un yanına oturmayı tercih ediyorum

I wouldn't go near it if I were you. - Yerinde olsam onun yanına gitmem.

along with
up to

He went up to her and they shook hands. - O onun yanına gitti ve tokalaştı.

Instead of waiting for Tom to come up and speak to you, you should just go up to him. - Tom'un gelip seninle konuşmasını beklemek yerine, sadece onun yanına gitmelisin.

alongside
yan
side

You're by my side; everything's fine now. - Yanımdasın; şimdi her şey iyi.

We walked along side by side. - Biz yan yana yürüdük.

yanına alma, beraberinde götürme
receiving side, drive along the
yanına gelmek
get close
yanına kalmak
(deyim) Get away with

He got away with what he had done.

yanına (salavatla) varılmaz
1. It's so high/expensive you can't touch it. 2. He/She thinks he's/she's better than everybody else. He/She thinks he's/she's something. 3. You have to walk on eggs around him/her; the smallest thing can make him/her blow his/her stack
yanına almak
take along
yanına almak
to take into one's service
yanına almak
1. to take (someone) on, employ (someone) (as one's assistant). 2. to take (someone) in (in order to look after him/her)
yanına bile yaklaşmamak
not to touch with a bargepole
yanına bırakmamak
not to leave unpunished, to get even
yanına bırakmamak/komamak/koymamak
not to let (someone) get away with (something), not to let (someone) do (something) without being punished for doing it. (...)
yanına gelmek
walk up to
yanına koymama
reprisal
yanına kıvrılmak
snuggle
yanına salavatla varılır
You have to walk on eggs around him/her; the smallest thing can make him/her blow his/her stack. (...)
yanına sokulmamak
give a wide berth to
yanına varılmaz
prohibitory
yanına varılmaz
un come at able
yanına varılmaz
(fiyat) prohibitive
yan
lateral
yan
side; direction; place; auxiliary, subsidiary; askew, sidelong
yan
{s} collateral
yan
(Biyokimya) para

This paragraph is well written, but there is a mistake in the last sentence. - Bu paragraf iyi yazılmış ama son cümlede bir yanlışlık var.

yan
sidewise
yan
place

Tom had to pay a fine because he parked in the wrong place. - Tom arabasını yanlış yere park ettiği için ceza ödemek zorunda kaldı.

The accident took place near his home. - Kaza onun evinin yanında gerçekleşti.

yan
party

A party will be held next Saturday, that is to say, on August 25th. - Gelecek Cumartesi, yani 25 Ağustos'ta bir parti düzenlenecek.

Who was at the party beside Jack and Mary? - Partide Jack ve Mary'nin yanındaki kimdi?

yan
direction

We hurried in the direction of the fire. - Yangın istikametinde koşturduk.

The birds flew away in all directions. - Kuşlar dört bir yana uçuştu.

yan
subsidiary
yan
auxiliary
yan
(Biyokimya) neighbouring
yan
flank
yan
part

What is the hard part of learning Japanese? - Japonca öğrenmenin zor yanı nedir?

I suggest we go over to Tom's and help him get ready for the party. - Tom'un yanına gitmemizi ve ona partiye hazırlanması için yardım etmemizi öneriyorum.

yan
skew
yan
{f} glowing
yan
sideways

Inmates were forced to sleep in one cell, often sideways. - Tutuklular bir hücrede uyumaya zorlandı, sık sık yan yana.

He edged sideways through the crowd. - O, kalabalığa yanlamasına sokuldu.

yan
cockeyed
yan
{f} glow
yan
awry
yan
laterality
yan
wall

I was robbed of my wallet by the man sitting next to me. - Yanımda oturan adam tarafından cüzdanım soyuldu.

Tom was leaning against the wall near the door. - Tom kapının yanındaki duvara dayanıyordu.

yan
burned

She was burned so extensively that her children no longer recognized her. - O kadar yoğun yandı ki çocukları onu artık tanımadı.

He was burned to death in the fire. - Yangında yanarak öldü.

yan
by side

The two houses stand side by side. - İki ev yan yana durur.

The old couple sat side by side. - Yaşlı çift yan yana oturuyordu.

yan
(Biyokimya) neighbour

The neighbours have been banging about next door all morning. - Yan komşular sabahtan beri gürültü yapıyor.

Last night there was a big fire in the neighbourhood. - Dün gece mahallede büyük bir yangın vardı.

dört yanına bakmak/ yana bakınmak
to look all around
ettiği yanına kalmak
(kâr) to get away with it
iti an, taşı eline al/değneği yanına koy
(Atasözü) If you're going to deal with an aggressive person, you ought to be ready for a fight
kaleyi şahın yanına koymak
castle
notanın yanına eklenen ufak nota
appoggiatura
parkeden aracın yanına parketmiş
double parked
parkeden bir aracın yanına parketmek
double-park
yan
(a) side
yan
with; alongside, alongside of: Yanına hiç para alma! Don't take any money with you! Yanımda çalışıyor. He works alongside me
yan
asquint
yan
sideward
yan
aspect, side (of a matter)
yan
bye
yan
sidelong
yan
by
yan
parietal
yan
secondary
yan
part (of one's body): Her yanım ağrıyor. I ache all over
yan
subordinate

According to some experts the spoken language uses few subordinate clauses. - Bazı uzmanlara göre, konuşulan dil çok az sayıda yan cümleler kullanır.

The sentence has got too long again. Then just take out a few of the subordinate clauses. - Cümle tekrar uzun sürdü. O zaman birkaç yan cümleyi çokarın.

yan
ancillary
yan
neighborhood, vicinity, diggings: O yanlarda oturuyor. He lives in that area
yan
flanking
yan
in comparison with, alongside of: Hüsnü, Zühtü'nün yanında bir sıfırdır. Hüsnü's nothing compared to Zühtü
yan
lateral, side, located at or towards a side
yan
direction (line or course extending away from a given point)
yan
aslant
yan
rakish
yan
astray
yeni doğan bebeğin annenin yanına koyulması
rooming in
الإنجليزية - الإنجليزية

تعريف yanına في الإنجليزية الإنجليزية القاموس.

yan
one in common dialect (from Cumbrian sheep counting)
yan
one in common dialect
التركية - التركية

تعريف yanına في التركية التركية القاموس.

YAN
(Osmanlı Dönemi) f. Hastanın sayıklaması
Yan
(Osmanlı Dönemi) HİZVE
Yan
kenar
Yan
nezt
yan
Tali
yan
Yön, sağ ve solun ortak adı, taraf
yan
İstekleri karşıt olan iki kişiden veya topluluktan biri
yan
Hastanın sayıklaması
yan
Savaş düzenindeki ordunun iki kanadından her biri
yan
Bir denklemde "=" işaretiyle ayrılmış olan iki anlatımdan her biri
yan
Birlikte, beraberinde olma: "Bir ara acıkıp yanlarında getirdikleri ekmek peyniri yediler."- N. Cumalı
yan
Üstte, altta, arkada veya önde olmayan
yan
Tali: "Siyasi partiler kadın kolu, gençlik kolu ve benzeri şekilde ayrıcalık yaratan yan kuruluşlar meydana getiremezler."- Anayasa
yan
Yön, sağ ve solun ortak adı, taraf: "Yaşlı garson yanımıza geldi."- Y. K. Karaosmanoğlu
yan
Ön, arka, alt ve üst dışında kalan bölümü
yan
Bir yana yönelerek
yan
Bedenin bir bölümü. Üstte, altta, arkada veya önde olmayan
yan
İkinci derece olan
yan
Ciltlenecek bir kitabın başına ve sonuna yerleştirilen beyaz ya da renkli kağıda verilen ad
yan
Bir şeyin ön, arka, alt ve üst dışında kalan bölümü: "Yolcuların girdiği iskele yanından kendini denize attı."- M. Ş. Esendal
yan
Üst
yan
Birlikte, beraberinde olma
yan
Bedenin bir bölümü
yan
Yer
yanına
المفضلات