Mary was lonely because the other students didn't talk to her.
- Diğer öğrenciler onunla konuşmadığından dolayı Mary yalnızdı.
Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely.
- Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.
The giant tortoise Lonesome George has died on the Galapagos Islands.
- Dev kaplumbağa Yalnız George, Galapagos Adaları'nda öldü.
Lonesome George passed away.
- Yalnız George vefat etti.
She is used to living alone.
- Yalnız yaşamaya alışkın.
The old man lives alone.
- Yaşlı adam yalnız yaşıyor.
One cannot live solely on air and love.
- Biri yalnızca hava ve sevgiyle yaşayamaz.
Empirical data is based solely on observation.
- Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.
I only study in the library.
- Yalnızca kütüphanede çalışırım.
Only a few people showed up on time.
- Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi.
He likes to take a solitary walk.
- O yalnız yürümekten hoşlanır.
Aardvarks are solitary animals.
- Karıncayiyenler yalnız yaşayan hayvanlardır.
At the moment only a child can save my marriage.
- Şu anda evliliğimi yalnızca bir çocuk kurtarabilir.
She lived a lonely life.
- Yalnız bir hayat yaşadı.
Mary was lonely because the other students didn't talk to her.
- Diğer öğrenciler onunla konuşmadığından dolayı Mary yalnızdı.
Optimism is merely a lack of information.
- İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.
All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages.
- Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.
That's why you're still single.
- Bu yüzden hala yalnızsın.
He remained single till the end of his day.
- O gününün sonuna kadar yalnız kaldı.
All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages.
- Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.
Optimism is merely a lack of information.
- İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.
It was nothing but coincidence.
- Bu yalnızca tesadüftü.
Do you swear to tell the truth and nothing but the truth?
- Gerçeği ama yalnızca gerçeği söyleyeceğinize yemin eder misiniz?
I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month.
- Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.
In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric.
- Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.
They need to be able to irrigate without relying solely on rain.
- Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.
Empirical data is based solely on observation.
- Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.
I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month.
- Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.
In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric.
- Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.
I felt very isolated.
- Çok yalnız hissettim.
Tom felt very isolated.
- Tom çok yalnız hissetti.
I'm not letting you go by yourself.
- Yalnız gitmene izin vermiyorum.
You're not going there by yourself, are you?
- Oraya yalnız gitmeyeceksin, değil mi?
This just has to be his umbrella.
- Bu yalnızca onun şemsiyesi olmalı.
Some read books just to pass time.
- Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.
Nancy set out on a solo journey.
- Nancy yalnız bir yolculuğa çıktı.
Now that my only colleague has retired, I'm flying solo.
- Benim tek meslektaşım emekliye ayrıldığından, ben yalnız uçuyorum.
Tom was angry at Mary for leaving their children unattended.
- Tom çocuklarını yalnız bıraktığı için Mary'ye kızgındı.
If I heard a noise in the kitchen but was home alone, I would go to see what happened.
- Mutfakta bir gürültü duysam fakat evde yalnız olsam, ne olduğunu görmek için giderim.
Mariko studied not only English but also German.
- Marko yalnızca İngilizce değil Almanca da okudu.