yaşlanmak

listen to the pronunciation of yaşlanmak
التركية - الإنجليزية
to grow old, age
get old
be getting on in years
fatten
age

You can't run away from age. - Yaşlanmaktan kaçamazsın.

Ageing isn't good, but the alternative is no better. - Yaşlanmak iyi değildir ama alternatifi daha iyi değildir.

grow old

I want to grow old with you. - Seninle yaşlanmak istiyorum.

I like people who are not afraid to grow old. - Yaşlanmaktan korkmayan insanları seviyorum.

to tear
get on
got old
aging
got older
grown old
get older
{k} get along in/on in/up
yaş
age

Because of his age, my grandfather doesn't hear well. - Dedem yaşından dolayı pek iyi duyamıyor.

Wisdom does not automatically come with age. - Bilim yaş ile otomatik olarak gelmez.

yaş
wet

I used to wet the bed when I was small, but I grew out of it by the time I was seven. - Küçükken yatağımı ıslatırdım fakat yedi yaşına gelmeden önce vazgeçtim.

The paint on the seat on which you are sitting is still wet. - Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır.

yaş
humid
yaş
dank
yaş
sappy
yaş
year; winter
yaş
{i} year

I learned to play guitar when I was ten years old. - On yaşındayken gitar çalmayı öğrendim.

When Justin Bieber started his music career, he was fourteen years old. - Justin Bieber müzik kariyerine başladığında on dört yaşındaydı.

yaşlanma
aging

Physical changes are directly related to aging. - Fiziksel değişiklikler doğrudan yaşlanmayla ilgilidir.

Japan is trying to cope with the aging of its population. - Japonya nüfusunun yaşlanmasına karşı koymaya çalışıyor.

yaş
fresh

That fish lives in fresh water. - O balık tatlı suda yaşar.

Fish like carp and trout live in fresh water. - Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşamaktadır.

yaş
(Gıda) moisture
yaş
vintage
yaşlanma
growth
yaşlanma
(Tıp) aging effect
yaş
new

The older you get, the more difficult it becomes to learn a new language. - Ne kadar yaşlanırsan, yeni bir dili öğrenmek o kadar zor olur.

Older people are often afraid of trying new things. - Yaşlı insanlar sık sık yeni şeyleri denemekten korkarlar.

yaş
young

Sam is two years younger than Tom. - Sam Tom'dan iki yaş küçük.

He is five years younger than me. - O, benden beş yaş küçük.

yaş
in age
aşırı yaşlanmak
to overage
yaş
damp; moist
yaş
slang bad, rough, tough
yaş
slang alcohol, liquor, booze
yaş
tears (in a person's eyes): bir damla yaş a tear
yaş
fresh (fruit) (as opposed to dried)
yaş
tear

She called out to him, with tears running down her cheeks. - Yanaklarından süzülen yaşlarla ona seslendi.

This song is so moving that it brings tears to my eyes. - Bu şarkı o kadar acıklı ki gözlerimi yaşarttı.

yaş
clammy
yaş
time of life

The best time of life is when you are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğun zamandır.

The best time of life is when we are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğumuz zamandır.

yaş
unseasoned
yaşlanma
ageing

The pharmaceutical company is looking for the Elixir of Life to stop the ageing process. - İlaç firması yaşlanma sürecini durdurmak için hayat iksirini arıyor.

Ageing is a disease that you must die of. - Yaşlanma ölmek zorunda olduğunuz bir hastalıktır.

yaşlanma
anointment
التركية - التركية