yaşlanan

listen to the pronunciation of yaşlanan
التركية - الإنجليزية
aging

This country has an aging population. - Bu ülkenin yaşlanan bir nüfusu var.

In order to compensate for the country's aging population, the government has decided to take steps to significantly increase birth and immigration rates. - Ülkenin yaşlanan nüfusunu telafi etmek için, hükümet doğum ve göç oranlarını önemli ölçüde artırmak için adımlar atmaya karar verdi.

{s} senescent
yaş
age

At the age of six he had learned to use the typewriter and told the teacher that he did not need to learn to write by hand. - Altı yaşında o, daktiloyu kullanmayı öğrendi ve öğretmenine el ile yazmayı öğrenmesine gerek kalmadığını söyledi.

Wisdom does not automatically come with age. - Bilim yaş ile otomatik olarak gelmez.

yaş
wet

This grass is too wet to sit on. - Bu çim üstüne oturmak için çok yaş.

The paint on the seat on which you are sitting is still wet. - Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır.

yaşlanan nüfus
(Sigorta,Ticaret) ageing population
yaş
humid
yaş
dank
yaş
sappy
yaş
year; winter
yaş
{i} year

My father will soon be forty years old. - Babam yakında kırk yaşında olacak.

My father is only fifteen years old. - Benim babam sadece on beş yaşında.

yaş
fresh

Take a fresh look at your lifestyle. - Yaşam tarzınıza dikkatle bir göz atın.

Fish such as carp and trout live in fresh water. - Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşar.

yaş
(Gıda) moisture
yaş
vintage
yaş
new

The older you get, the more difficult it becomes to learn a new language. - Ne kadar yaşlanırsan, yeni bir dili öğrenmek o kadar zor olur.

Older people are often afraid of trying new things. - Yaşlı insanlar sık sık yeni şeyleri denemekten korkarlar.

yaş
young

She is five years younger than me. - O, benden beş yaş küçük.

He is five years younger than me. - O, benden beş yaş küçük.

yaş
in age
yaş
damp; moist
yaş
slang bad, rough, tough
yaş
slang alcohol, liquor, booze
yaş
tears (in a person's eyes): bir damla yaş a tear
yaş
fresh (fruit) (as opposed to dried)
yaş
tear

She called out to him, with tears running down her cheeks. - Yanaklarından süzülen yaşlarla ona seslendi.

This song is so moving that it brings tears to my eyes. - Bu şarkı o kadar acıklı ki gözlerimi yaşarttı.

yaş
clammy
yaş
time of life

The best time of life is when we are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğumuz zamandır.

The best time of life is when you are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğun zamandır.

yaş
unseasoned
yaşlanan
المفضلات