yükseklik

listen to the pronunciation of yükseklik
التركية - الإنجليزية
height

The two mountains are of equal height. - İki dağ eşit yüksekliktedir.

I'm afraid of heights. - Yükseklik korkum var.

elevation

As elevation increases, air pressure decrease. - Yükseklik arttıkça hava basıncı düşer.

The treeline in the German alps lies at an elevation of about 1800 meters. - Alman Alpleri'nde ağaçların bittiği yer yaklaşık 1800 metre yükseklikte yer almaktadır.

altitude

The weather can be very treacherous at this altitude. - Hava bu yükseklikte çok aldatıcı olabilir.

The plane flew at an altitude of 3,000 meters. - Uçak 3000 metre yükseklikte uçtu.

steepness
extent
highness
loftiness
rise
height; highness; loftiness
(Geometri) altitude
(Hukuk) escalation
height; altitude; elevation
loudness (of a voice)
elevation; altitude
acro
loftiness, nobility
high place, height
swell
pitch
tall

How tall is that mountain? - Bu dağ ne kadar yüksekliktedir?

How tall is the Eiffel Tower? - Eyfel kulesi ne kadar yüksekliktedir?

exaltation
(Bilgisayar,Dilbilim) volume
level

The top of this tree is level with the fence. - Bu ağacın tepesi çitle aynı yükseklikte.

The mountain is 2000 meters above sea level. - Dağ, deniz seviyesinden 2000 metre yüksekliktedir.

swiftly
loudness
head
tallness
headroom
eminence
height of
altitudinal
yüksek
high

The firm is known for its high-quality products. - Firma, yüksek kaliteli ürünleriyle bilinmektedir.

The quality of higher education must answer to the highest international standards. - Daha yüksek eğitim kalitesi, en yüksek uluslararası standartlara cevap vermelidir.

yükseklik korkusu
(Psikoloji, Ruhbilim) Acrophobia
yükseklik ayarı
adjustment of height
yükseklik dairesi
almucantar
yükseklik kontrolü
altitude control
yükseklik merkezi
orthocenter
yükseklik motoru
altitude engine
yükseklik paraleli
almucantar
yükseklik radarı
height finder
yükseklik saati
height indicator
yükseklik sınırı
ceiling
yükseklik ölçer
height gauge
yükseklik ölçer
height gage
yükseklik ölçer
height finder
yükseklik ölçme
hypsometry
yüksek
{s} loud

They are talking loudly when they know they are disturbing others. - Başkalarını rahatsız ettiklerini öğrendiklerinde yüksek sesle konuşuyorlardı..

He began to cry loudly. - O, yüksek bir sesle ağlamaya başladı.

yüksek
elevated

Two persons were killed when an elevated bike path collapsed in Rio. - Rio'da bir yüksek bisiklet yolu çöktüğünde iki kişi öldü.

An elevated seaside bike path collapsed in Rio. - Rio'da bir yüksek sahil bisiklet yolu çöktü.

yüksek
{s} lofty

We have lofty expectations. - Yüksek beklentilerimiz var.

This mountain isn't a lofty one. - Bu dağ yüksek değildir.

yüksek
{s} tall

Mt. Fuji is Japan's tallest mountain. - Fuji Dağı Japonya'nın en yüksek dağıdır.

Tom tried to climb the tall tree. - Tom yüksek ağaca tırmanmaya çalıştı.

optimum yükseklik
(Askeri) optimum height
yüksek
advanced
yüksek
stiff

Sami has paid a stiff price for his service. - Sami hizmeti için yüksek bir fiyat ödedi.

yüksek
precipitous
yüksek
superordinate
yüksek
inflated
yüksek
supreme

Judges on the Supreme Court interpret the laws. - Yüksek mahkeme yargıçları kanunları yorumlarlar.

Tom G. Roberts is the Chief Justice of the U.S. Supreme Court. - Tom G. Roberts, ABD Yüksek Mahkemesi Başyargıcıdır.

yüksek
buoyant
yüksek
up
yüksek
higher

The teacher told Tom that he couldn't give him anything higher than a C. - Öğretmen Tom'a ona bir C 'den daha yüksek bir şey veremediğini söyledi.

No other mountain in Japan is higher than Mt. Fuji. - Japonya'daki hiçbir dağ Fuji dağından daha yüksek değildir.

yüksek
high altitude

I don't feel well at such a high altitude. - Böyle yüksek bir irtifada iyi hissetmiyorum.

yüksek
crucible
yüksek
grand

My grandson cries very loud. - Benim torunum çok yüksek sesle bağırır.

Grandmaster is the highest achievable title in chess. - Büyükusta satrançta en yüksek ulaşılabilir ünvandır.

yüksek
eminent
yüksek
high-rise

This high-rise building has five lifts. - Bu yüksek katlı binanın beş asansörü var.

yüksek
noble
yüksek
rarefied
yüksek
superior
yüksek
{e} above

The words above the door of the theater were one meter high. - Tiyatronun kapısının üzerindeki sözler bir metre yükseklikteydi.

The mountain is 2000 meters above sea level. - Dağ, deniz seviyesinden 2000 metre yüksekliktedir.

Yükseklik korkusu
(Psikoloji, Ruhbilim) batophobia
ayarlanabilir yükseklik
adjustable height
yüksek
high on

My parents' house is located high on a hill from which one can see the mountains in the east and the ocean in the north. - Ailemin evi birinin oradan doğuda dağları ve kuzeyde okyanusu görebileceği yüksek bir tepede yer almaktadır.

At that time, tariffs were high on many products. - O zaman, tarifeler birçok üründe yüksekti.

ana merkez kayıt defteri; deniz seviyesine göre yükseklik
(Askeri) master station log; mean sea level
açısal yükseklik
angular height
ağaç yetişmeyen yükseklik sınırı
timberline
ağaç yetişmeyen yükseklik sınırı
timber line
ağaç yetişmeyen yükseklik sınırı
altitude above which plants and trees cannot grow
ağaç yetişmeyen yükseklik sınırı
tree line
dengeli yükseklik
(Havacılık) equilibrium height
dinamik yükseklik
velocity head
emniyetli yükseklik
(Havacılık) safe altitude
en fazla yükseklik
(Bilgisayar) max height
en fazla yükseklik
(Bilgisayar) maximum height
esas alınan yükseklik
datum line
etkili yükseklik
effective height
eşdeğer yükseklik
equivalent height
geometrik yükseklik
geometric head
görünür yükseklik
apparent altitude
hakim yükseklik
(Askeri) command altitude
hakim yükseklik
(Askeri) predominant height
kritik yükseklik
(Havacılık,Teknik) critical height
nominal yükseklik
(Havacılık) nominal altitude
pozitif yükseklik
positive lift
sayısal arazi yükseklik verisi
(Askeri) digital terrain elevation data
sepet yükseklik uzaması
basket height extension
tam yükseklik
overall height
temiz yükseklik
clear height
temiz yükseklik
clear headroom
teorik yükseklik
theoretical head
teorik yükseklik
theoretical lift
teğet yükseklik
(Askeri) tangent altitude
ufuktan yükseklik derecesi
ascension
yerden yükseklik
ground clearance
yüksek
high place; height
yüksek
acro

Driving across desert landscapes can be dangerous when the summer temperatures are high. - Yaz sıcaklıkları yüksek olduğunda çöl manzaraları karşısında sürüş tehlikeli olabilir.

That tall building across the street is where Tom works. - Caddenin karşısındaki o yüksek bina Tom'un çalıştığı yerdir.

yüksek
high; (yapı) high-rise; precipitous; loud; exalted, lofty; advanced; high altitude
yüksek
(sea) marked by high waves, high
yüksek
raised high
yüksek
highrise
yüksek
(playing a game) for high stakes
yüksek
high, superior (quality)
yüksek
hyper
yüksek
lofty, noble
yüksek
penetrating
yüksek
loud or raised (voice)
yüksek
high; lofty
yüksek
penetrative
yüksek
over

How to overcome the high value of the yen is a big problem. - Yüksek yen değerinin nasıl üstesinden gelineceği büyük bir sorundur.

You see that tall building over there, don't you? - Şuradaki yüksek binayı görüyorsun değil mi?

yüksek
exalted
yüksek
tall; buoyant
yüksek
clarion
yüksek
spheric
yüksek
high; great; intense; big: yüksek basınç high pressure. yüksek frekans high frequency. yüksek bir fiyat a high price. yüksek bir meblağ a big sum
yüksek
high, superior in status: yüksek okul institution of higher education
yüksek
stately
yüksek
towering
yüksek
grandiose
yüksek
steep
yüksek
supernal
yüksek
dominant
yüksek
upperbracket
yüksek
upland
zahiri yükseklik
apparent altitude
التركية - التركية
Geometrik biçimlerde, tabandan tepeye olan uzaklık
Yüksek olma durumu
Yükselti, irtifa
(Osmanlı Dönemi) NEBVE
kot
(Osmanlı Dönemi) İRTİFA'
(Hukuk) İRTİFA
(Osmanlı Dönemi) NEBİYY
yükseklik korkusu
Yüksek yerlerde duyulan aşırı korku
Yüksek
koca
Yüksek
(Osmanlı Dönemi) KALUS
yüksek
Erdemli, faziletli
yüksek
Altı ile üstü arasındaki uzaklık çok olan
yüksek
Altı ile üstü arasındaki uzaklık çok olan: "... mekik dokuduğu yüksek bez tezgâhından kalktı."- Ö. Seyfettin
yüksek
Yukarıda, üst tarafta olan yer
yüksek
Yukarıda, üst tarafta olan yer: "Yüksekten avluya açılmış iki pencereden aydınlık alıyordu."- M. Ş. Esendal
yüksek
Büyük para ile
yüksek
Belirli bir yere göre daha yukarıda bulunan: "İri kanatları ile bir kaşıkçı kuşu çok yükseklerde tur atıyor."- H. Taner
yüksek
Toplum içinde para, ün vb. bakımından üstünlüğü olan
yüksek
Belirli bir yere göre daha yukarıda bulunan
yüksek
Normal değerlerin üstünde olan, çok: "Türk milletinin karakteri yüksektir."- Atatürk
yüksek
Derece veya makamı bakımından üstün
yüksek
Normal değerlerin üstünde olan, çok
yüksek
Güçlü, etkili, şiddetli
yüksek
(Osmanlı Dönemi) bülend
الإنجليزية - التركية

تعريف yükseklik في الإنجليزية التركية القاموس.

yükseklik korkusu
fear of height, fear of altitude
yükseklik
المفضلات