yüklük

listen to the pronunciation of yüklük
التركية - الإنجليزية
cupboard
large, built-in cupboard (where bedding is stored during the day)
closet
large cupboard/closet for bedding
yük
(Hukuk) burden

He was a burden to his parents. - O, ebeveynlerine bir yüktü.

I don't want to burden you with my troubles. - Size sorunlarımı yüklemek istemiyorum

yük
charge

A captain is in charge of his ship and its crew. - Bir kaptan, gemisinden ve ekibinden yükümlüdür.

Mr. Brown took charge of this class last year. - Bay Brown geçen yıl bu sınıfın sorumluluğunu yüklendi.

yük
load

Tom checked to make sure his gun was loaded. - Tom silahının yüklü olduğundan emin olmak için kontrol etti.

He had to carry many loads from the house to station. - O, evden istasyona çok fazla yük taşımak zorunda kaldı.

yük
freight

After some freight cars were derailed, services were suspended on the Chuo Line. - Bazı yük vagonları raydan çıktıktan sonra, hizmetler Chuo Hattı üzerinde askıya alındı.

A freight train has derailed just south of Stockholm. - Bir yük treni Stokholm'ün tam güneyinde raydan çıktı.

yük
burdensome or difficult task, obligation, or responsibility; burden; encumbrance; incubus
yük
cargo

A cargo vessel, bound for Athens, sank in the Mediterranean without a trace. - Atina'ya giden bir yük gemisi, bir iz bırakmadan Akdeniz'de battı.

yük
{i} onus
yük
{i} incident
yük
goods

As expected, the price of imported goods rose. - Beklenildiği gibi, ithal malların fiyatı yükseldi.

The ship anchored in the harbour and unloaded its goods. - Gemi limana demir attı ve yükünü boşalttı.

yük
responsibility

I can't burden Tom with that responsibility. - Ben bu sorumluluğu Tom'a yükleyemem.

yük
incumbrance
yük
draft
yük
(İnşaat) force
yük
(Ticaret) cargo load
yük
(Ticaret) parcel
yük
(Bilgisayar) vol

Danger! High voltage. - Tehlike! Yüksek voltaj.

The surface of the earth rose due to the volcanic activity. - Dünya yüzeyi volkanik aktivite nedeniyle yükseldi.

yük
drain
yük
(Telekom) payload
yük
(Pisikoloji, Ruhbilim) cathexis
yük
load variation
yük
(Askeri) head

The loud drill gave her husband a headache. - Yüksek sesli matkap, kocasına baş ağrısı verdi.

yük
(Askeri) fright

She's frightened by loud noises. - O, yüksek seslerden korkuyor.

yük
pack

He fastened the horse's pack with a rope. - O, atın yükünü iple bağladı.

yük
(Bilgisayar) height

The two mountains are of equal height. - İki dağ eşit yüksekliktedir.

To tell you the truth, I am scared of heights. You are a coward! - Gerçeği söylemek gerekirse. Ben yükseklikten korkuyorum, Sen bir korkaksın!

yük
weight

If you load too much weight in this box, it's going to blow up. - Bu kutuya çok fala ağırlık yüklersen patlar.

Her weight increased to 50 kilograms. - Onun ağırlığı 50 kilograma yükseldi.

yük
{i} charging

The store where we used to buy those started charging outrageous prices, so we had to find another store. - Onları satın aldığımız mağaza, aşırı yüksek fiyat koymaya başladı, o yüzden başka bir mağaza bulmak zorunda kaldık.

yük
impedimenta
yük
encumbrance

Since the temperature has warmed, my coat has become an encumbrance. - Sıcaklık arttığından beri, ceketim bir yük oldu.

yük
freightage
yük
carload
yük
load with
büyük yüklük
walk-in closet
yük
fardel
yük
load; burden; cargo, freight, goods; the onus, responsibility; charge
yük
shipment
yük
stowage
yük
sumpter
yük
cargo; freight; lading
yük
bulk
yük
strain

Air traffic controllers are under severe mental strain. - Hava trafik kontrolörleri ağır zihinsel yük altındadırlar.

Tom's expensive tastes put a strain on the family's finances. - Tom'un pahalı zevkleri ailenin mali durumuna bir yük oluyordu.

yük
plummet
yük
pile
yük
lading
yük
load; burden
yük
tax

Import goods are subject to high taxes. - İthalat malları yüksek vergilere tabidir.

They were burdened with heavy taxes. - Ağır vergi yükü altındaydılar.

yük
imposition
yük
large cupboard (where bedding is stored during the day)
yük
haul
yük
electric charge, charge
yük
loading

They are loading coal into a ship now. - Şimdi gemiye kömür yüklüyorlar.

Tom is loading the car. - Tom arabayı yüklüyor.

yük
shipload
yük
impost
yük
accoutrements
yük
tote
yük
out

Tom laughed out loud. - Tom yüksek sesle güldü.

Tom nearly laughed out loud. - Tom neredeyse yüksek sesle kahkaha atacaktı.

yük
accouterments
التركية - التركية
Evlerde yatak, yorgan gibi şeyler koymaya yarayan, yerli büyük dolap veya yatak yorgan konulan yer, yük
Eski evlerdeki döşek dolabı
yük
yük odası
Yük
(Osmanlı Dönemi) HAML
Yük
himl
Yük
(Osmanlı Dönemi) ZİFR
Yük
hamule
Yük
bar
yük
Araba, hayvan vb.nin taşıyabildiği miktar
yük
Yüz bin kuruşluk mal veya tutar
yük
Eşya
yük
Araba, hayvan vb.nin taşıdığı şeylerin hepsi
yük
Tedirginlik veren şey, engel
yük
Yüklük: "Haydi şu yüke giriver!.."- S. F. Abasıyanık
yük
Yüz bin kuruşluk mal veya tutar: "Mademki öyledir, bir yük getirip satan herkes iki akçe versin."- T. Buğra
yük
Araba, hayvan vb.nin taşıdığı şeylerin hepsi: "Çölde yük götüren vasıta develer, insan taşıyan vasıta hecinlerdir."- F. R. Atay
yük
Doğacak bebek, cenin
yük
Bir cismin yüzeyinde biriken elektrik miktarı, şarj
yük
Birinin üzerine almak zorunda kaldığı ağır görev
yük
(Osmanlı Dönemi) bûr
yüklük
المفضلات