Bir tam günlük çalışmadan sonra bir bardak bira gibi bir şey yoktur.
- There is nothing like a glass of beer after a whole day's work.
O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.
- She got full marks by memorizing the whole lesson.
Kanada civarında bir yerde birkaç dönüm karla ilgili iki ulusun savaşta olduğunu ve bu güzel savaşa tüm Kanada'nın değdiğinden daha çok para harcadıklarını bilirsiniz.
- You know that two nations are at war about a few acres of snow somewhere around Canada, and that they are spending on this beautiful war more than the whole of Canada is worth.
Yeni Zelanda'nın tüm nüfusu 3.410.000 olup, bunun yedide biri Maori halkıdır.
- The whole population of New Zealand is 3,410,000, and one seventh of it are the Maori people.
Her cumartesi bütün evi temizleriz.
- Every Saturday we clean the whole house.
Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.
- Karam is the best student in the whole school.
O, bir şişe sütü tamamen içti.
- He drank a whole bottle of milk.
Bu tamamen farklı bir mesele.
- That's a whole different matter.
Bütün, parçaların toplamından daha büyüktür.
- The whole is greater than the sum of the parts.
O, özel jetiyle tüm kıtayı katetti.
- He covered the whole continent in his private jet.
Ben bütün haftayı yalnız geçirdim ve ben konuşmayı özledim.
- I spent the whole week alone, and I longed for conversation.
Tüm insanlar sağlıklı ve kültürlü yaşam minimum standartlarını koruma hakkına sahip olacaktır.
- All people shall have the right to maintain the minimum standards of wholesome and cultured living.
Sağlığımı geri kazanmak tam bir yılımı aldı.
- It took me a whole year to recover my health.
İlk olarak bir C kursu aldığım zaman sınıfta açıklanan tek bir şeyi anlayamadım. Allah'a şükür ki bütün topluluğun nasıl çalıştığını bana açıklamak için bir programcı olan bir arkadaşım var.
- When I first took a C course, I couldn't understand a single thing explained in class. Thank God I got a friend of mine who's a programmer to explain to me how the whole caboodle works.
Gruplar ya küçük bir toplulukla ya da tüm dünya ile bir ilgi paylaşmak için iyi bir yoldur.
- Groups are a good way to share an interest with either a small community or the whole world.
Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.
- Karam is the best student in the whole school.
Yüzme vücudun bütünü için iyi bir egzersizdir.
- Swimming is good exercise for the whole body.
Bütün köy yanıp kül oldu
- The whole village was consumed by the fire.
Büyük bir ateş bütün kasabayı kül haline getirdi.
- The big fire reduced the whole town to ashes.
Ailesi için sağlıklı yemekler hazırlar.
- She prepares wholesome meals for her family.
Yağlar gibi komple bir yiyecek grubunu kesmeyi çok sağlıklı bulmuyorum.
- I don't think it's very healthy to cut out whole groups of foods like fats.
Yağlar gibi komple bir yiyecek grubunu kesmeyi çok sağlıklı bulmuyorum.
- I don't think it's very healthy to cut out whole groups of foods like fats.
I ate a fish whole!.
Whole of an ancient evil, I sleep sound.
I ate a whole fish.
Tom and Mary have been doing that their entire life.
- Tom and Mary have been doing that their whole life.
The river flooded the entire region.
- The river flooded the whole region.