Resmi yapmak tam bir gün sürdü.
- It took a whole day to paint the picture.
Bir tam günlük çalışmadan sonra bir bardak bira gibi bir şey yoktur.
- There is nothing like a glass of beer after a whole day's work.
Bütün öğleden sonrayı arkadaşlarla sohbet ederek geçirdim.
- I spent the whole afternoon chatting with friends.
Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.
- Karam is the best student in the whole school.
O, yarışı birinci bitirdiğinde, tüm ülke için bir zaferdi.
- It was a victory for the whole country when he finished first in the race.
Kanada civarında bir yerde birkaç dönüm karla ilgili iki ulusun savaşta olduğunu ve bu güzel savaşa tüm Kanada'nın değdiğinden daha çok para harcadıklarını bilirsiniz.
- You know that two nations are at war about a few acres of snow somewhere around Canada, and that they are spending on this beautiful war more than the whole of Canada is worth.
Sana tamamen katılıyorum.
- On the whole I agree with you.
O, bir şişe sütü tamamen içti.
- He drank a whole bottle of milk.
Bütün, parçaların toplamından daha büyüktür.
- The whole is greater than the sum of the parts.
Sen gençsin. Senin önünde sağlıklı bir hayat var.
- You're young. You have your whole life ahead of you.
Sağlığımı geri kazanmak tam bir yılımı aldı.
- It took me a whole year to recover my health.
Gruplar ya küçük bir toplulukla ya da tüm dünya ile bir ilgi paylaşmak için iyi bir yoldur.
- Groups are a good way to share an interest with either a small community or the whole world.
İlk olarak bir C kursu aldığım zaman sınıfta açıklanan tek bir şeyi anlayamadım. Allah'a şükür ki bütün topluluğun nasıl çalıştığını bana açıklamak için bir programcı olan bir arkadaşım var.
- When I first took a C course, I couldn't understand a single thing explained in class. Thank God I got a friend of mine who's a programmer to explain to me how the whole caboodle works.
İnsanoğlu genellikle iyi olmak ister fakat her zaman çok iyi ve sakin değil.
- On the whole human beings want to be good, but not too good and not quite all the time.
Bir bütün olarak, plan iyi gibi görünüyor.
- As a whole, the plan seems to be good.
Büyük bir ateş bütün kasabayı kül haline getirdi.
- The big fire reduced the whole town to ashes.
Bütün köy yanıp kül oldu
- The whole village was consumed by the fire.
O, özel jetiyle tüm kıtayı katetti.
- He covered the whole continent in his private jet.
Ben bütün haftayı yalnız geçirdim ve ben konuşmayı özledim.
- I spent the whole week alone, and I longed for conversation.
Mary sadece az işlemden geçmiş yiyecekler yiyor. O çok sağlıklı olduklarını söylüyor.
- Mary only eats wholefoods. She says they're very healthy.
Yağlar gibi komple bir yiyecek grubunu kesmeyi çok sağlıklı bulmuyorum.
- I don't think it's very healthy to cut out whole groups of foods like fats.
Yağlar gibi komple bir yiyecek grubunu kesmeyi çok sağlıklı bulmuyorum.
- I don't think it's very healthy to cut out whole groups of foods like fats.
Birlikte çalışarak, bütün evi çabucak temizlediler.
- Working together, they cleaned the entire house in no time.
Onlar bütün günü sahilde geçirdiler.
- They spent the entire day on the beach.
Yeni vergi girişinin tüm ekonomiyi etkilemesi bekleniyor.
- The introduction of the new tax is expected to affect the entire economy.
Tom'un vasiyetine göre, Mary onun tüm gayrimenkulünü miras olarak alacak.
- According to Tom's will, Mary will inherit his entire estate.
İki tam sayının kesirleri olarak ifade edilebilen sayılar, rasyonel sayılar olarak adlandırılır.
- Numbers that can be expressed as fractions of two whole numbers are called rational numbers.
she talked the whole time.
İngilizler, genellikle, tutucudur.
- Englishmen are, on the whole, conservative.
İnsanoğlu genellikle iyi olmak ister fakat her zaman çok iyi ve sakin değil.
- On the whole human beings want to be good, but not too good and not quite all the time.
Tamamen NTT'ye ait şirket, iyi kazanıyor.
- The company, wholly owned by NTT, is doing well.
İfade tamamen gerçek değil.
- The statement is not wholly true.
Her şey hesaba katılırsa pomato bitkileri bu yıl iyi büyüyor.
- On the whole, the pomato plants are growing well this year.
Her şey hesaba katılırsa, parti başarılıydı.
- The party was, on the whole, successful.
Ben hikayenin tamamını biliyorum.
- I know the whole of the story.
Sana tamamen katılıyorum.
- On the whole I agree with you.
İnsanlar bir bütün olarak öyle şeyler yapmaz.
- People as a whole don't do things like that.
Bir bütün olarak, plan iyi gibi görünüyor.
- As a whole, the plan seems to be good.
Kitabın tamamını okursanız hayal kırıklığına uğramazsınız.
- You won't be let down if you read the entire book.
Ben, onun söylediğini tamamen anlamıyorum.
- I don't entirely understand what he said.
Hidayet Türkoğlu who is playing basketball in NBA Team is at whole clever and skillful.
Tom gece yarısında uyandı ve bir paket cipsin hepsini yedi.
- Tom woke up in the middle of the night and ate an entire bag of chips.
Zorbalık ciddi bir problemdir fakat onu saf dışı bırakmaya çalışmanın tamamen gerçekçi bir teklif olmadığını anlamak zorundayız.
- Bullying is a serious problem, but we have to understand that setting out to eliminate it entirely isn't a realistic proposition.
Bütün öğleden sonrayı arkadaşlarla sohbet ederek geçirdim.
- I spent the whole afternoon chatting with friends.
Her cumartesi bütün evi temizleriz.
- Every Saturday we clean the whole house.
I ate a fish whole!.
Whole of an ancient evil, I sleep sound.
I ate a whole fish.
The river flooded the entire region.
- The river flooded the whole region.
Tom has lived in Boston his entire life.
- Tom has lived in Boston his whole life.
In my opinion the whole ball of wax depends on what she'll say.
We've got pots, pans, the food and cooking utensils—the whole ball of wax.
Mr. Doe's account of the accident was made from whole cloth.
And, mind you, emotions are among the toughest things in the world to manufacture out of whole cloth; it is easier to manufacture seven facts than one emotion.
It is only by loving all of ourselves (the whole enchilada!) that unconditional love of self is possible.
Unpolished grains that retained their outer coating were a major lynchpin of his 'whole foods'-based diet.
Can we this quote? C. Colston Burrell, Judith Knott Tyler, Hellebores: a comprehensive guide, ISBN 0881927651, page 17:For us, they are the whole package—fantastic foliage, precocious bloom, and beautiful flowers. In short, elegant simplicity.
The festival had balloons, flowers, fireworks, performers, and the whole shebang.
The problem is that when you physically try to impede my progress—then it moves up to a whole ’nother level that you probably can’t handle me on.
A lazy blueness, from a whole nother age, is spread all above me.
If you can afford a new computer, you might as well go the whole hog and get a Mac..
The language was wrong for the period, but, on the whole, I enjoyed the film.
They really went the whole nine yards with this party.
They have books, CDs, cassettes, DVDs, the whole nine yards.
It started raining on their picnic and they had to move the whole shooting match inside.
I'd love to go to the Harry Potter opening, but the whole world and his dog will be there and I don't like crowds.
I was in Boston almost all summer.
- I was in Boston for almost the whole summer.
He ate all of the apple.
- He ate the whole apple.
... I don't have a whole lot of money. ...
... to look at my whole health cairn right now, and I need ...