Bay Johnson, adeta, yürüyen bir sözlüktür.
- Mr Johnson is, as it were, a walking dictionary.
Ken ile yürüyen kız May'dir.
- The girl walking with Ken is May.
Yürüyüş egzersizin sağlıklı bir şeklidir.
- Walking is a healthy form of exercise.
Yürüyüş mükemmel bir egzersizdir.
- Walking is an excellent exercise.
Adam bütün yolu yürümek istemedi;bu yüzden otobüse bindi.
- The man didn't feel like walking all the way; so he took the bus.
Okul evimin yürüme mesafesi içerisindedir.
- The school is within walking distance of my house.
John ve Mary'nin el ele yürüyüşünü izledim.
- I watched John and Mary walking hand in hand.
O uzun mesafe yürümeye alışkın.
- He is used to walking long distances.
Ona ayaklı sözlük derler.
- He is called a walking dictionary.
O tabiri caizse ayaklı bir ansiklopedidir.
- He's what they call a walking encyclopedia.
Büyükbabam bastonsuz yürüyemez.
- My grandfather cannot walk without a walking stick.
Karanlıkta yürümekten korkuyorum.
- I am frightened of walking in the darkness.
Yürümek için ideal bir gündü.
- It was an ideal day for walking.
Parkta dolaşmaktan hoşlanıyor.
- He likes to walk about in the park.
Yürüyüş yapmaya ne dersin?
- How about going for a walk?
On dakikalık bir başka yürüyüş bizi kıyıya getirdi.
- Another ten minutes' walk brought us to the shore.
Tom her gün okula yürüyerek gitmek zorunda mı?
- Does Tom have to walk to school every day?
Son otobüsü kaçırdım ve eve yağmur altında yürüyerek gitmek zorunda kaldım.
- I missed the last bus and had to walk home in the rain.
O, spor salonuna yürümedi.
- He did not walk into the gym.
O, spor salonuna yürümedi.
- She did not walk to the gym.
He's a walking refrigerator.
Biz gölün etrafında yürüdük.
- We've walked all around the lake.
Ayrıca o çok yoruldu, yürüyemiyor.
- She was so tired that she couldn't walk.
Adam köşenin çevresinde gezindi.
- The man walked around the corner.
Armstrong, etrafta gezindi.
- Armstrong walked around.
Sonunda, hastalıktan dolayı yürüyemez hale geldi ve gezinmek için motorlu tekerlekli sandalye kullanmak zorunda kaldı.
- In the end, because of the disease, he became unable to walk and had to use a motorized wheelchair to get around.
Sen tamamen hareketsiz olmalısın ve parmak uçlarında yürümelisin. Bebek uyuyor.
- You must be completely still and walk on your tip-toes. The baby is asleep.
İşe git, çocuklarını okula gönder. Modayı takip et, normal hareket et, kaldırımda yürü, televizyon izle. Yaşlılığın için para biriktir. Kanunlara uy. Benimle birlikte tekrarla: Ben özgürüm.
- Go to work, send your kids to school. Follow fashion, act normal, walk on the pavements, watch TV. Save for your old age. Obey the law. Repeat with me: I am free.
Sahilde gezinti yaptık.
- We went for a walk on the beach.
Göl donmuştu ama buzun üzerinde yürümek için yeterince güçlü olduğundan emin değilim.
- The lake has frozen over but I'm not sure the ice is strong enough to walk on.
Buz üzerinde yürümek için yeteri kadar kalın.
- The ice is thick enough to walk on.
Try walking in my shoes!.
Tom ön yürüyüş yoluna yaklaşıyor.
- Tom is coming up the front walk.
Onlar yol boyunca üçü yan yana yürüdü.
- They walked along the road three abreast.
Adam bütün yolu yürümek istemedi;bu yüzden otobüse bindi.
- The man didn't feel like walking all the way; so he took the bus.
Phil's mother is a walking miracle after surviving that accident.
The walking helped her.
good walking shoes.
If you leave your wallet lying around, it’s going to walk.
I carefully walked the ladder along the wall.
If we don't offer him more money he'll walk.
Debugging this computer program involved walking the heap.
The Ministry of Silly Walks is underfunded this year.
The museum’s not far from here – you can walk it.
Will you walk me home?.
The pitcher now has two walks in this inning alone.
It’s a long walk from my house to the library.
The county had a successful defense only because the judge kept telling the jury at every chance that the cyclist should have walked his bicycle like a pedestrian.
... Certainly if you're walking if you're in ...
... When we're walking towards each other down the street, ...