تعريف vermemek في التركية الإنجليزية القاموس.
- keep back
- (neg. form of vermek ) not to withhold
- {f} withhold
- withold
- yeterince değer vermemek
- underrate
- aman vermemek
- clamp down
- ver
- give
Fahrenheit is a German inventor who invented the thermometer. At the same time, his name is given to a unit of temperature.
- Fahrenheit, termometreyi bulan Alman bir mucittir. Aynı zamanda onun ismi bir sıcaklık birimine verilmiştir.
Give it to me, please.
- Onu bana ver, lütfen.
- imkan vermemek
- rule out
- izin vermemek
- have none of
- meydan vermemek
- avert
- meydan vermemek
- preclude
- meydan vermemek
- avoid
- meydan vermemek
- not to allow
- meydan vermemek
- prevent
- olanak vermemek
- incapacitate
- rahat vermemek
- harass
- rahat vermemek
- pester
- rahat vermemek
- persecute
- sır vermemek
- keep dark
- sır vermemek
- button
- ver
- (Bilgisayar) export
The export of arms was not allowed.
- Silah ihracatına izin verilmedi.
Our negotiations to lower export taxes suffered a big setback.
- İhracaat vergilerini düşürme müzakerelerimiz büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı..
- ver
- (Bilgisayar) issue
I voted for the bond issue.
- Tahvil ihracı lehinde oy verdim.
I give you five minutes to resolve this issue.
- Sana bu problemi çözmen için beş dakika veriyorum.
- ver
- (Bilgisayar) export as
- yeteri kadar vermemek
- stint
- önem vermemek
- disregard
- önem vermemek
- make nothing of
- önem vermemek
- set at naught
- ver
- {f} given
Parents have a prior right to choose the kind of education that shall be given to their children.
- Ana baba, çocuklarına verilecek eğitim türünü seçmek hakkını öncelikle haizdirler.
Food and blankets were given to the refugees.
- Yiyecekler ve battaniyeler mültecilere verildi.
- ver
- {f} rendering
- ver
- render
I cannot render a judgment on that.
- Bu konuda bir karar veremiyorum.
- ver
- {f} giving
Any man who can drive safely while kissing a pretty lady is simply not giving the kiss the attention it deserves.
- Güzel bir bayanı öperken güvenle araba sürebilen bir sürücü sadece öpücüğe hakettiği ilgiyi vermiyordur.
The object flew away to the south, giving out flashes of light.
- Nesne, yanıp sönen ışıklar vererek, güneye doğru uçtu.
- ver
- gave
I took one, and gave the other apples to my little sister.
- Birini ben aldım, diğer elmaları ise küçük kız kardeşime verdim.
She gave him a watch.
- O, ona bir saat verdi.
- ver
- {f} grant
I took it for granted that she would agree with me.
- Bana katılmayacağına hiç ihtimal vermemiştim.
Lincoln granted liberty to slaves.
- Lincoln kölelere özgürlük verdi.
- ver
- brought forth
- ver
- mete out
- ver
- favour with
- ver
- bestow
The manager bestowed a trophy on him.
- Müdür ona bir kupa verdi.
That's a real strongman, bestow upon him a goblet of wine!
- Gerçek güçlü bir adam, ona bir kadeh şarap ver!
- ver
- bring forth
- değer vermemek
- no value
- ver
- granted
The college granted him a scholarship.
- Üniversite ona bir burs verdi.
We were granted the privilege of fishing in this bay.
- Bize bu koyda özel balık tutma izni verildi.
- vermeme
- not given
- önem vermemek, yok saymak
- ignore, ignore
- şüpheye mahal vermemek
- Leave no doubt about something
In Arabic,"90" is frequently confused with "70", but the photograph of the inscription leaves no doubt about the reading "90".
- aman vermemek
- to give no quarter
- aman vermemek
- 1. not to give (someone) a chance. 2. to kill (someone) without compunction
- aman zaman vermemek
- to beat (someone) without mercy
- açık vermemek
- close the ranks
- ağız dil vermemek
- to be too sick to talk
- bilgi vermemek
- hold out on smb
- bozuntuya vermemek
- to hide one's displeasure, to put a bold face on it
- bozuntuya vermemek
- to act as if nothing has happened, not to bat an eyelid
- cevap vermemek
- be irresponsive to
- destek vermemek
- fink out
- ele vermemek
- close the ranks
- fayda vermemek
- to be useless, not to help
- fırsat vermemek
- outmatch
- gerekli miktarda vermemek
- shortchange
- gösterip de vermemek
- tantalize
- hareket izni vermemek
- ground
- huzur vermemek
- not to give (someone) any peace, to bother
- isimleri vermemek
- name no names
- istenen sonucu vermemek
- go wrong
- izin vermemek
- refuse
- izin vermemek
- not to let
I guess our job is not to let that happen.
- Sanırım bizim işimiz onun olmasına izin vermemek.
Layla has found a new man and she's determined not to let him go.
- Leyla yeni bir adam buldu ve onun gitmesine izin vermemekte kararlı.
- mahal vermemek
- not to give rise to, not to occasion
- metelik vermemek
- not to care a fig
- metelik vermemek
- to regard (someone, something) as not worth a damn; not to give a fig about, not to give a damn about
- meydan vermemek
- to prevent, not to allow, to avert, to clamp down on sth
- olanak vermemek
- make impossible
- olanak vermemek
- forbid
- olanak vermemek
- prohibit
- oy vermemek
- abstain from voting
- rahat bırakmamak/- vermemek
- not to leave (someone) in peace, pester, badger, devil
- rahat vermemek
- bother
- rahat vermemek
- beset
- rahat vermemek
- disturb
- rahat vermemek
- beleaguer
- rahat vermemek
- badger
- rahat vermemek
- to bother, to pester, to badger, to harass, to persecute
- renk vermemek
- not to show one's colours
- renk vermemek/ini belli etmemek
- 1. to keep one's true thoughts and feelings to oneself, not to show one's true colors. 2. to act as if one is unaware of something, feign ignorance
- rolün hakkını vermemek
- underplay
- sayı vermemek
- shut out
- ses vermemek
- not to answer, not to reply
- sofra kurallarına uymayana bira vermemek
- sconce
- sonuç vermemek
- give no result
- sonuç vermemek
- yield no result
- sır vermemek
- to keep dark
- taviz vermemek
- make no compromises
- taviz vermemek
- not give an inch
- taviz vermemek
- non-compromise
- taviz vermemek
- make no concessions
- tenezzül edip cevap vermemek
- vouchsafe smb. no answer
- tepki vermemek
- (deyim) not bat an eyelid
- tepki vermemek
- (deyim) not bat an eye
- umutlandırıp vermemek
- tantalize
- ver
- seise
- ver
- favourwith
- ver
- reach
Tom thought about reaching for his gun, but decided not to.
- Tom silahına davranmayı düşündü fakat yapmamaya karar verdi.
She did not decide to be a singer until she reached the age of twenty.
- O yirmi yaşına ulaşıncaya kadar bir şarkıcı olmaya karar vermedi.
- ver
- cede
- vicdanı el vermemek
- to scruple
- yeterli gıdayı vermemek
- underfeed
- yüz vermemek
- discountenance
- yüz vermemek
- to keep sb at arm's length, to keep sb at a distance, to give sb the cold shoulder
- önem vermemek
- to ignore, to discount
- önem vermemek
- make light of