verdiği

listen to the pronunciation of verdiği
التركية - الإنجليزية
given
Currently discussed, particular, specific
{a} bestowed, granted, yielded, addicted
Stated; fixed; as, in a given time
If you consider X; taking X into account
Disposed; inclined; used with an adv
past participle of give
If you say given something, you mean taking that thing into account. Given the uncertainty over Leigh's future I was left with little other choice
Granted; assumed; supposed to be known; set forth as a known quantity, relation, or premise
If you say given that something is the case, you mean taking that fact into account. Usually, I am sensible with money, as I have to be, given that I don't earn that much. = considering
If you talk about, for example, any given position or a given time, you mean the particular position or time that you are discussing. In chess there are typically about 36 legal moves from any given board position Over a given period, the value of shares will rise and fall. = particular
(usually followed by `to') naturally disposed toward; "he is apt to ignore matters he considers unimportant"; "I am not minded to answer any questions"
{s} bestowed, granted
as, virtuously given
acknowledged as a supposition; "given the engine's condition, it is a wonder that it started"
Given is used when indicating a possible situation in which someone has the opportunity or ability to do something. For example, given the chance means `if I had the chance'. Write down the sort of thing you would like to do, given the opportunity Given patience, successful breeding of this species can be achieved
If you are given to doing something, you often do it. I am not very given to emotional displays. the past participle of give
an assumption that is taken for granted acknowledged as a supposition; "given the engine's condition, it is a wonder that it started"
from Give, v
ver
give

I will give you this book. - Bu kitabı sana vereceğim.

I think I'm gonna sneeze. Give me a tissue. - Sanırım hapşıracağım... Bana bir mendil ver.

ver
(Bilgisayar) export

Our negotiations to lower export taxes suffered a big setback. - İhracaat vergilerini düşürme müzakerelerimiz büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı..

The export of arms was not allowed. - Silah ihracatına izin verilmedi.

ver
(Bilgisayar) issue

I can't answer this question. I don't know anything about those issues. - Ben bu soruya cevap veremem. Bu konular hakkında hiçbir şey bilmiyorum.

One of the big issues in the campaign was taxes. - Kampanyadaki en büyük konulardan birisi vergiydi.

ver
(Bilgisayar) export as
ver
{f} given

Fahrenheit is a German inventor who invented the thermometer. At the same time, his name is given to a unit of temperature. - Fahrenheit, termometreyi bulan Alman bir mucittir. Aynı zamanda onun ismi bir sıcaklık birimine verilmiştir.

Parents have a prior right to choose the kind of education that shall be given to their children. - Ana baba, çocuklarına verilecek eğitim türünü seçmek hakkını öncelikle haizdirler.

ver
{f} rendering
ver
render

I cannot render a judgment on that. - Bu konuda bir karar veremiyorum.

ver
{f} giving

Recently, they have not been giving her her paycheck on time. - Son zamanlarda, ona maaş çekini zamanında vermiyorlar.

The object flew away to the south, giving out flashes of light. - Nesne, yanıp sönen ışıklar vererek, güneye doğru uçtu.

ver
gave

She gave him a watch. - O, ona bir saat verdi.

My uncle gave him a present. - Amcam ona bir hediye verdi.

ver
{f} grant

He'll be granted American citizenship. - Ona Amerikan vatandaşlığı verilecek.

I took it for granted that she would agree with me. - Bana katılmayacağına hiç ihtimal vermemiştim.

ver
brought forth
ver
mete out
ver
favour with
ver
bestow

That's a real strongman, bestow upon him a goblet of wine! - Gerçek güçlü bir adam, ona bir kadeh şarap ver!

The manager bestowed a trophy on him. - Müdür ona bir kupa verdi.

ver
bring forth
su ile bir cismin verdiği birleşik
The combination of a body of water given
ver
granted

We were granted the privilege of fishing in this bay. - Bize bu koyda özel balık tutma izni verildi.

He'll be granted American citizenship. - Ona Amerikan vatandaşlığı verilecek.

Aristo'nun ders verdiği koru
Lyceum
alt dereceli mahkemenin verdiği görevsizlik kararı
(Hukuk) committal proceedings
atina'da zenon'un ders verdiği salon
stoa
içkinin verdiği cesaret
pot valor
kilisenin verdiği basma izni
imprimatur
papazın verdiği cezayı çeken kimse
penitent
söz verdiği şeyi yaptırmak
keep smb. to one's promise
tüm önem verdiği bu
that's all he cares about
ver
seise
ver
favourwith
ver
reach

The people crowded round the injured man, but they made way for the doctor when he reached the scene of the accident. - İnsanlar yaralı adamın etrafına toplandılar fakat doktor olay yerine yaklaştığında ona yol verdiler.

She did not decide to be a singer until she reached the age of twenty. - O yirmi yaşına ulaşıncaya kadar bir şarkıcı olmaya karar vermedi.

ver
cede
الإنجليزية - الإنجليزية
التركية - التركية

تعريف verdiği في التركية التركية القاموس.

VER
(Osmanlı Dönemi) f. "Sahib, mâlik; anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dâniş-ver $ : Âlim. Suhan-ver $ : Edip, şâir
VER
(Osmanlı Dönemi) (-) f. "Sahib, mâlik; anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dâniş-ver Âlim. Suhan-ver Edip, şâir
الإنجليزية - التركية

تعريف verdiği في الإنجليزية التركية القاموس.

ver
(Bilgisayar) sürüm

Bu sözlük en son sürüm değil. - This dictionary isn't the most recent version.

Bu kitabın hem sert hem de yumuşak kapak sürümleri mevcuttur. - The book is available in both hard and soft-cover versions.

verdiği
المفضلات