تعريف varmak في التركية الإنجليزية القاموس.
- arrive
He ran, so as to arrive on time.
- O, zamanında varmak için koştu.
We must hurry if we want to arrive at the station on time.
- Biz, zamanında istasyona varmak istiyorsak acele etmeliyiz.
- to arrive (at/in), to get to, to reach, to attain, to appear, to hit; to amount to; to approach; to end in; (kadın kocaya) to marry (sb)
- approach
- reach
You have reached your destination.
- Varmak istediğiniz yere ulaştınız.
I want to reach the hotel before it gets dark.
- Hava kararmadan otele varmak istiyorum.
- end in
- arrive in
- attain to
- amount
His debts amount to $2,000.
- Onun borçları 2,000 dolara varmaktadır.
- disembark
- come to hand
- turn up
- to reach, arrive at, come to; to get to, get as far as
- amount to
His debts amount to $2,000.
- Onun borçları 2,000 dolara varmaktadır.
- recure
- lead
- (Argo) rock up
- roll up
- get
I want to reach the hotel before it gets dark.
- Hava kararmadan otele varmak istiyorum.
You'd better hurry up if you want to get home before dark.
- Hava kararmadan önce eve varmak istiyorsan, acele etsen iyi olur.
- get to
It took only about five minutes to get to my uncle's house from the station by car.
- Arabayla istasyondan amcamın evine varmak yaklaşık sadece beş dakika aldı.
He made an effort to get to the station early.
- İstasyona erken varmak için çaba harcadı.
- Well then ...!/... then!: Var git! Well then go!/Go if that's what you want to do!
- by the time we've reached (a specified place)
- make
- go into
- arrive at
I want to arrive at Kennedy Airport early in the afternoon.
- Öğleden sonra erken saatlerde Kennedy Havaalanına varmak istiyorum.
We must hurry if we want to arrive at the station on time.
- Biz, zamanında istasyona varmak istiyorsak acele etmeliyiz.
- hit
- come at
- come to
We have to come to some agreement.
- Bir anlaşmaya varmak zorundayız.
- (for a woman) to marry (a man). varan ... varan ... Here's ...!/There's ...! (followed by a number): Varan bir.Varan iki. Here's one! Here's two! Varan dört. That makes four! Var/Varın
- (Hukuk) attain
- get at
- Just you ...!/You just ...! Var ne olacağını düşün! You just think of what'll happen then! varıncaya kadar up to, to. Varsın .... might as well: ''Ayşe gelemeyecekmiş.'' "Varsın gelmesin. Gündemde onu ilgilendiren pek bir şey yok." "It seems Ayşe can't make it." "It doesn't matter whether she comes or not. There's practically nothing on the agenda that concerns her." Varsın yetki ona resmen verilsindi. He might as well have been given the authority officially. varıncaya kadar
- even: Rengin teyzeye varıncaya kadar herkes orada hazır bulunuyordu. Everybody, even Aunt Rengin, was there
- turn
- get on for
- abut
- appear
- get in
- get up to
- result
- extend
- farkına varmak
- realize
- farkına varmak
- notice
The third thing you have to do is develop this ability to notice.
- Yapmanız gereken üçüncü şey bu yeteneği geliştireceğinizin farkına varmak
- varma
- {i} arrival
It happened prior to my arrival.
- O, ben varmadan önce oldu.
- varmak (birine)
- marry someone
- var
- {s} available
We have little money available for the research.
- Araştırma için mevcut az paramız var.
Is there a tour guide available?
- Müsait bir tur rehberi var mı?
- farkına varmak
- recognize
- var
- (çoğul) there are
- var
- there
There are few sites in the Tatar language on the Internet.
- İnternette Tatar dilinde çok az site vardır.
There's a cat on the table.
- Masanın üzerinde bir kedi var.
- karara varmak
- resolve
- tadına varmak
- enjoy
- farkına varmak
- awaken
- var
- (tekil) there is
- var
- there is/are
- dikkat etmek farkına varmak
- note
- hükmüne varmak
- adjudicate
- sonunda varmak
- land up
- var
- belongings
Tom lost all his belongings.
- Tom tüm varlıklarını kaybetti.
- var
- time to
He needed more time to complete the task.
- Görevi tamamlamak için daha fazla zamana ihtiyacı vardı.
I had neither the time to go shopping, nor to say goodbye to my mother.
- Ne alışveriş etmek ne de anneme hoşça kal demek için zamanım vardı.
- var
- possessions
Sami left all of his possessions behind.
- Sami bütün varlıklarını geride bıraktı.
- var
- (Bilgisayar) exists
I do not believe that God exists.
- Allah'ın var olduğuna inanmıyorum.
God exists, but he forgot the password.
- Tanrı var ama şifreyi unutmuş.
- var
- existent
Thinking about the universe always gives me an existential crisis.
- Evren hakkında düşünmek bende her zaman varoluşsal bir kriz yaratır.
Tom is having an existential crisis.
- Tom varoluşsal bir kriz geçiriyor.
- varma
- accession
- var
- there are
There are few bookstores in this area.
- Bu bölgede çok az kitapçı var.
There are 340 species of hummingbirds.
- Sinekkuşlarının 340 türü vardır.
- var
- there is
In theory, there is no difference between theory and practice. But, in practice, there is.
- Teoride, teori ve pratik arasında hiçbir fark yoktur. Fakat pratikte, var.
There is an apple on the table.
- Masanın üzerinde bir elma var.
- var
- get in
Get in touch with me as soon as you arrive here.
- Buraya varır varmaz benimle temasa geç.
Get inside and lock your doors! Close your windows! There is something in the fog!
- İçeri gir ve kapılarını kilitle! Pencerelerini kapat! Sisin içinde bir şey var!
- karara varmak
- find
- sağ salim varmak
- To safely
- tadına varmak
- discuss
- tadına varmak
- Relish, find pleasure in, get pleasure out of
- var
- in there
I think that there is a man in there.
- Sanırım orada bir adam var.
There's somebody in there.
- Orada içeride biri var.
- var
- theres
- var
- is there
Excuse me, is there a toilet nearby?
- Affedersiniz, yakında bir tuvalet var mı?
Is there an English-Japanese dictionary on the bookshelf?
- Kitaplıkta İngilizce-Japonca bir sözlük var mı?
- üstüne varmak
- provoke
- amacına varmak
- win through
- anlaşmaya varmak
- strike a balance
- anlaşmaya varmak
- to strike a bargain, to come to an agreement
- anlaşmaya varmak
- get together
- anlaşmaya varmak
- come to an understanding with
- anlaşmaya varmak
- settle with
- anlaşmaya varmak
- to come to an agreement
- anlaşmaya varmak
- come to an arrangement
- anlaşmaya varmak
- come to an agreement
- anlaşmaya varmak
- reach an agreement
- ağzı kulaklarına varmak
- to grin from ear to ear
- bilinçine varmak
- to comprehend
- dili varmak
- dare say
- düşünceye varmak
- to reach an opinion
- ere gitmek/varmak prov
- to marry a man
- eve varmak
- get home
You'd better hurry up if you want to get home before dark.
- Hava kararmadan önce eve varmak istiyorsan, acele etsen iyi olur.
Tom had better hurry if he wants to get home before dark.
- Tom hava kararmadan önce eve varmak istiyorsa acele etse iyi olur.
- farkına varmak
- wake to
- farkına varmak
- take notice
- farkına varmak
- to notice, to realize, to discover
- farkına varmak
- waken
- farkına varmak
- get wise to
- farkına varmak
- discern
- farkına varmak
- awake to
- farkına varmak
- become aware of
- farkına varmak
- awake
- farkına varmak
- take stock of
- farkına varmak
- to notice, become aware of
- fenaya varmak
- to get worse; to end up badly
- giderek varmak (bir yere)
- work up to
- hâd safhaya varmak
- to reach a critical stage
- hükme varmak
- be decisive of
- hükmüne varmak
- adjudge
- ifrata varmak
- to go to excess
- ileri varmak
- to go too far, go beyond the bounds of what is considered acceptable
- karara varmak
- come to a decision
- karara varmak
- rule
- karara varmak
- arrive at a decision
- karara varmak
- to arrive at a decision, reach a decision
- karara varmak
- make a decision
- karara varmak
- judge
- karara varmak
- determine
- karara varmak
- conclude
- karara varmak
- to reach a decision, to come to a decision
- karara varmak
- take a decision
- kararına varmak
- adjudicate
- kararına varmak
- adjudge
- kocaya varmak
- (for a woman) to marry
- mutabakata varmak
- 1. to reach an agreement, come to an understanding. 2. to strike a bargain
- mutabakata varmak
- (Hukuk) to agree
- olacağına varmak
- to take its course
- parçaları birleştirip sonuca varmak
- reconstitute
- rükûa varmak
- to bow one's head, putting one's palms on one's knees
- secde etmek/ye varmak/ye kapanmak
- to prostrate oneself (while performing the namaz)
- secdeye varmak
- to prostrate oneself
- sevinçinden ağzı kulaklarına varmak
- to grin from ear to ear (in delight)
- sonuca varmak
- amount
- sonuca varmak
- reason
- sonuca varmak
- decide
- sonuca varmak
- make inferences
- sonucuna varmak
- to deduce
- suçlu olduğu kararına varmak
- bring in a verdict of guilty
- tadına varmak
- relish
- tatına varmak
- 1. to enjoy (something) to the full. 2. to appreciate fully the beauty of (something)
- uzlaşmaya varmak
- settle on
- var
- existing, in existence
- var
- used to indicate a willingness to participate in something: Ben varım. Count me in!/I'm willing to do it./I'm with you
- var
- one's all, everything one has: Bütün varını bu işe harcadı. He put his heart and soul into this job
- var
- present, in attendance; at hand, available
- var
- existent, available, present; there is/are; (saatlerde) to; possessions, belongings
- var
- to
- yargıya varmak
- to pass judgment on
- zevkine varmak
- savor
- zevkine varmak
- savour [Brit.]
- zevkine varmak
- to discover the pleasure to be had from (something); to begin to enjoy (something)
- üstüne varmak
- lean upon
- üstüne varmak
- bear down on
- üstüne varmak
- press smb. close
- üstüne varmak
- a) to keep on at sb b) to attack, to assault
- üstüne varmak
- get at