utandırma

listen to the pronunciation of utandırma
التركية - الإنجليزية
to shame
humiliation
utandırmak
embarrass

Tom didn't want to embarrass Mary. - Tom Mary'yi utandırmak istemiyordu.

I didn't want to embarrass you. - Seni utandırmak istemedim.

utandırmak
abash
utandırmak
{f} shame
utan
shame on you
utandırmak
humiliate
utandırmak
{f} confound
utandırmak
put
utandırmak
show somebody up
utandırmak
dash
utan
{f} abashed
utan
{f} blush

With joy and shame, she blushed to her ears. - Sevinç ve utanç ile o, kulaklarına kadar kızardı.

Stop looking at me like that, you'll make me blush. - Bana öyle bakmayı kes, beni utandıracaksın.

utan
{f} blushing
utandırmak
mortify
utan
{f} ashamed

I'm not ashamed of my father being poor. - Babamın fakir olmasından utanmıyorum.

He is not ashamed of being poor. - O, fakir olmaktan utanmıyor.

utandırmak
embarass
utandırmak
put smb. to shame
utandırmak
make smb. feel small
utandırmak
to shame, to mortify, to humiliate, to embarrass, to show sb up
utandırmak
to shame, make (someone) feel ashamed
utandırmak
disgrace
utandırmak
wither
utandırmak
bring disgrace on smb
utandırmak
put to the blush
utandırmak
put smb. to confusion
utandırmak
scandalize
utandırmak
discountenance
التركية - التركية
Utandırmak işi
Utandırmak
mahcup etmek
Utandırmak
(Osmanlı Dönemi) TAHFİR
utandırmak
Utanmasına yol açmak, utanacak bir duruma düşürmek, mahcup etmek: "Muallâ Hanım'a o zamana kadar beni çok utandıran bir sual sormakta mahzur görmedim."- P. Safa
utandırmak
Utanmasına yol açmak, utanacak bir duruma düşürmek, mahcup etmek
utandırma
المفضلات