Tom itiraf etme dürtüsü hissetti.
- Tom felt the urge to confess.
Ben alkışlama dürtüsüne karşı koyamadım.
- I couldn't resist the urge to applaud.
Onları anlaşmaya teşvik etti.
- He urged them to come to an agreement.
O, onu dikkatli sürmesi için teşvik etti.
- She urged him to drive carefully.
Bir dilin çevirilemezliği hakkında bir şey okuduğum zaman, çalışma masama dönüp başka bir roman çevirmek için karşı konulmaz bir istek duyuyorum.
- When I read about the untranslatability of some language, I feel an irresistable urge to go back to my desk and translate another novel.
Tom kaçma arzusu hissetti.
- Tom felt the urge to run away.
Tom Mary'yi öpmek için bir arzu hissetti.
- Tom felt an urge to kiss Mary.
Tom Mary'yi öldürmek için bir zorlama hissetti.
- Tom felt an urge to kill Mary.
Tom Mary'yi sanat eğitimi alması için teşvik etti.
- Tom urged Mary to study art.
Onları anlaşmaya teşvik etti.
- He urged them to come to an agreement.