uçtaki

listen to the pronunciation of uçtaki
التركية - الإنجليزية
furthermost
endpiece
endmost
{i} point

He uses a pencil with a fine point. - O güzel uçlu bir kurşun kalem kullanır.

The plane was on the point of taking off. - Uçak kalkış noktasındaydı.

end

NASA says three of 22 space missions that carried generators similar to Galileo's ended in accidents. - NASA Galileo'nunkine benzeyen jeneratörler taşıyan 22 uzay uçuşunun üçünün kazayla sonuçlandığını söylüyor.

Wash eggplants and cut their endings. - Patlıcanları yıkayın ve onların uçlarını kesin.

{i} tip

Tom tiptoed out of the room. - Tom parmak uçlarına basarak odadan çıktı.

Tom closed the door quietly and tiptoed into the room. - Tom sessizce kapıyı kapattı ve parmak uçlarına basarak odaya girdi.

edge

Tom pushed Mary off the edge of the cliff. - Tom Mary'yi uçurumun kenarından itti.

He stood on the edge of the cliff. - O, uçurumun kenarında durdu.

extreme

Fadil went to extremes to cover up his greed. - Fadıl açgözlülüğünü örtmek için uçlara gitti.

The town is located in the extreme north of Japan. - Kasaba Japonya'nın en uç kuzeyindedir.

bit

Our flying time tonight will be just under 6 hours, but I'll see if I can speed things up a bit. - Bu gece uçuş saatimiz 6 saatin altında olacak, ancak bazı şeyleri biraz hızlandırabilip hızlandıramayacağımızı göreceğiz.

coast

The plane rose sharply before leveling off as it left the coast. - Uçak sahilden ayrılırken düz uçuşa geçmeden önce hızla yükseldi.

{i} top
{s} peak
closing
{i} pole
lip
{f} fly

Words fly away, the written remains. - Söz uçar, yazı kalır.

Bats usually fly in the dark. - Yarasalar genelde karanlıkta uçar.

(Gıda,Teknik) nozzle
(Dilbilim) margin
(Biyokimya) ultimate

His Noodliness, the Flying Spaghetti Monster is the ultimate truth in the universe. - Onun Noodliness'i, Uçan Spagetti Canavarı evrende nihai gerçektir.

lead

Tom wanted a pencil with a softer lead. - Tom daha yumuşak uçlu bir kurşun kalem istedi.

(Otomotiv) pin

It was so quiet you could hear a pin drop. - O kadar sessizdi ki sinek uçsa duyabilirdın.

You could hear a pin drop. - Sinek uçsa duyabilirsin.

extremal
(Argo) hardcore
nose
terminus
tail end
(Denizbilim) boundry
pen-nib
(İnşaat) blade
(Askeri) point bar
summit
nib
{i} butt

Brilliant butterflies flew hither and thither. - Parlak kelebekler oradan oraya uçtu.

She observed how butterflies fly. - O, kelebeklerin nasıl uçtuğunu gözledi?

{f} flown

If I go by air one more time, I'll have flown in an airplane five times. - Ben bir kez daha hava yoluyla gidersem uçakta beş kez uçmuş olurum.

An airplane had flown over the mountain. - Bir uçak dağ üzerinden uçtu.

{f} flying

I saw a flock of birds flying aloft. - Havada uçan bir kuş sürüsü gördüm.

We are flying to Los Angeles tomorrow. - Yarın Los Angeles'a uçuyoruz.

spout
limit
flew

He flew in the face of Jishuku. - Jishuku'nun karşısında uçtu.

She flew to Europe by way of Siberia. - Sibirya yoluyla Avrupa'ya uçtu.

tipping
barb
terminal
end, extremity; tip
tip; point; extremity, end; pen-nib; reason
toe
tail

The International Sun-Earth Explorer 3 (ISEE-3) spacecraft made the first ever direct cometary measurements on September 11, 1985 as it flew through the tail of Comet Giacobini-Zinner. - Uluslararası Sun-Earth Explorer 3 uzay gemisi kuyruklu yıldız Giacobini-Zinner'in kuyruğu boyunca uçarken 11 Eylül 1985'te ilk doğrudan kuyruklu yıldız ölçümleri yaptı.

The tail at the rear of the plane provides stability. - Uçağın arkasındaki kuyruk denge sağlar.

the extreme

The town is located in the extreme north of Japan. - Kasaba Japonya'nın en uç kuzeyindedir.

point (of a sharply pointed instrument)
hist. march, borderland
extremity
apex
tab
cusp
ending

Wash eggplants and cut their endings. - Patlıcanları yıkayın ve onların uçlarını kesin.

endpiece
التركية - التركية

تعريف uçtaki في التركية التركية القاموس.

cunda
gunçul
Genellikle uzun bir nesnenin incelerek biten son ve sivri noktası: "Bu resmin iki gözü bir makasın ucu ile oyulmuştu."- A. Gündüz
Bir yerin en kenarda kalan bölümü
Bir şeyin kenarı: "Kırk kişilik bir masanın bir ucunda, üç kişiyiz."- R. H. Karay
Sınır boyu
Sebep
Genellikle uzun bir nesnenin incelerek biten son ve sivri noktası
Bir şeyin kenarı
Uzun bir şeyin baş veya son noktası
Bir uzaklığın son noktası: "İstikbal bu yolun ucundan bir güneş gibi doğuyor."- F. R. Atay
Bir şeyin başı, tepesi
Bir uzaklığın son noktası
Türk devletlerinde genel olarak sınır boylarındaki eyalet ve sancaklara verilen ad
Bir şeyin başı, tepesi: "Ayaklarının ucuna basarak beşiğin yanına geldi."- H. E. Adıvar
Amaç, gaye
uçtaki
المفضلات