uçarken

listen to the pronunciation of uçarken
التركية - الإنجليزية
on the fly
Spontaneously or extemporaneously; done as one goes, or during another activity

The software program has a table of values for some results, but calculates others on the fly.

(deyim) 1. in motion, busy. 2. while still in the air.3. in a hurry and often without preparation, hastily.4. simultaneously with another task
(deyim) [done] while something or someone is operating or moving
on the run or in a hurry; "she wrote those letters on the fly
on the go; while moving from one place to another; in the air; changing regularly (regarding web sites in which the content is changed frequently)
To write on the fly means to write directly from source data to CD data without first writing a disc image Optimum Power Calibration Area (OPC Area) A special area near the center of the recordable disc Before writing a track on a disc, the CD recorder must adjust the amount of power applied to the writing laser to an optimum level for each individual disc The optimum calibration area is reserved for this purpose Orange Book The Philips/Sony specification for Compact Disc Magneto-Optical (CD-MO) and Write-Once (CD-WO) systems - in other words, the standard by which recordable CDs are recorded
A Web page with dynamic content, or one where the content is frequently changed On the fly is the opposite of a static or hardwired page whose content seldom changes
To write on-the-fly means to write to CD data referenced in a virtual image without first writing a real ISO 9660 image
Washers that land directly in the cup, without first striking the pit, are said to have landed on the fly This term also refers to a style of throwing where one aims directly for the cup rather than in front
OTF is a common term used to describe the technique of resolving differential carrier-phase integer ambiguities without requiring a global navigation satellite receiver to remain stationary
on the run or in a hurry; "she wrote those letters on the fly"
{i} point

You should never aim a laser pointer at an airplane or helicopter. - Bir uçağa ya da helikoptere asla bir lazer işaretleyici doğrultmamalısın.

The plane was on the point of taking off. - Uçak kalkış noktasındaydı.

end

Wash eggplants and cut their endings. - Patlıcanları yıkayın ve onların uçlarını kesin.

After tying up loose ends on the house, the carpenter gave the painter approval to begin work. - Evde gevşek uçları sabitledikten sonra, marangoz ressamın işe başlaması için onay verdi.

{i} tip

Tom slipped quietly into his clothes and tiptoed out of the room. - Tom sessizce elbiselerini giydi ve ayak uçlarına basarak odadan çıktı.

Tom quietly tiptoed out of the room. - Tom, parmak uçlarında yürüyerek sessizce odadan çıktı.

edge

He stood on the edge of the cliff. - O, uçurumun kenarında durdu.

Tom went to the edge of the cliff. - Tom uçurumun kenarına gitti.

extreme

He fell from one extreme to the other. - O bir uçtan diğerine düştü.

Fadil went to extremes to cover up his greed. - Fadıl açgözlülüğünü örtmek için uçlara gitti.

bit

Our flying time tonight will be just under 6 hours, but I'll see if I can speed things up a bit. - Bu gece uçuş saatimiz 6 saatin altında olacak, ancak bazı şeyleri biraz hızlandırabilip hızlandıramayacağımızı göreceğiz.

coast

The plane rose sharply before leveling off as it left the coast. - Uçak sahilden ayrılırken düz uçuşa geçmeden önce hızla yükseldi.

{i} top
{s} peak
closing
{i} pole
lip
{f} fly

Words fly away, the written remains. - Söz uçar, yazı kalır.

Words fly, texts remain. - Söz uçar, yazı kalır.

(Gıda,Teknik) nozzle
(Dilbilim) margin
(Biyokimya) ultimate

His Noodliness, the Flying Spaghetti Monster is the ultimate truth in the universe. - Onun Noodliness'i, Uçan Spagetti Canavarı evrende nihai gerçektir.

lead

Tom wanted a pencil with a softer lead. - Tom daha yumuşak uçlu bir kurşun kalem istedi.

(Otomotiv) pin

You could hear a pin drop. - Sinek uçsa duyabilirsin.

It was so quiet you could hear a pin drop. - O kadar sessizdi ki sinek uçsa duyabilirdın.

extremal
(Argo) hardcore
nose
terminus
tail end
(Denizbilim) boundry
pen-nib
(İnşaat) blade
(Askeri) point bar
summit
nib
{i} butt

A bat flying in the sky looks like a butterfly. - Bir yarasa gökyüzünde bir kelebek gibi uçuyor.

Brilliant butterflies flew hither and thither. - Parlak kelebekler oradan oraya uçtu.

{f} flown

I've never flown in an airplane. - Bir uçakta asla uçmadım.

This is the second time I've flown. - Bu ikinci kez uçuşum.

{f} flying

I saw a flock of birds flying aloft. - Havada uçan bir kuş sürüsü gördüm.

The cost of flying overseas has risen with the cost of fuel. - Yakıt maliyetinden dolayı deniz aşırı ülkelere uçuş maliyet arttı.

spout
limit
flew

He flew in the face of Jishuku. - Jishuku'nun karşısında uçtu.

She flew to Europe by way of Siberia. - Sibirya yoluyla Avrupa'ya uçtu.

tipping
barb
terminal
end, extremity; tip
tip; point; extremity, end; pen-nib; reason
toe
tail

The tail at the rear of the plane provides stability. - Uçağın arkasındaki kuyruk denge sağlar.

The International Sun-Earth Explorer 3 (ISEE-3) spacecraft made the first ever direct cometary measurements on September 11, 1985 as it flew through the tail of Comet Giacobini-Zinner. - Uluslararası Sun-Earth Explorer 3 uzay gemisi kuyruklu yıldız Giacobini-Zinner'in kuyruğu boyunca uçarken 11 Eylül 1985'te ilk doğrudan kuyruklu yıldız ölçümleri yaptı.

the extreme

The town is located in the extreme north of Japan. - Kasaba Japonya'nın en uç kuzeyindedir.

point (of a sharply pointed instrument)
hist. march, borderland
extremity
apex
tab
cusp
ending

Wash eggplants and cut their endings. - Patlıcanları yıkayın ve onların uçlarını kesin.

endpiece
التركية - التركية

تعريف uçarken في التركية التركية القاموس.

cunda
gunçul
Genellikle uzun bir nesnenin incelerek biten son ve sivri noktası: "Bu resmin iki gözü bir makasın ucu ile oyulmuştu."- A. Gündüz
Bir yerin en kenarda kalan bölümü
Bir şeyin kenarı: "Kırk kişilik bir masanın bir ucunda, üç kişiyiz."- R. H. Karay
Sınır boyu
Sebep
Genellikle uzun bir nesnenin incelerek biten son ve sivri noktası
Bir şeyin kenarı
Uzun bir şeyin baş veya son noktası
Bir uzaklığın son noktası: "İstikbal bu yolun ucundan bir güneş gibi doğuyor."- F. R. Atay
Bir şeyin başı, tepesi
Bir uzaklığın son noktası
Türk devletlerinde genel olarak sınır boylarındaki eyalet ve sancaklara verilen ad
Bir şeyin başı, tepesi: "Ayaklarının ucuna basarak beşiğin yanına geldi."- H. E. Adıvar
Amaç, gaye
uçarken
المفضلات