uçarak

listen to the pronunciation of uçarak
التركية - الإنجليزية
soaring
Present participle of soar. Mounting on the wing; rising aloft; towering in thought or mind
The act of mounting on the wing, or of towering in thought or mind; intellectual flight
assurgent, ascending
adj. or gliding Sport of flying a glider or sailplane. The craft is towed behind a powered airplane to an altitude of about 2,000 ft (600 m) and then released. The glider pilot makes use of rising currents of warm air, such as those above a sunlit field, to maintain or gain altitude. Instruments used include the altimeter, airspeed indicator, compass, and turn-and-bank indicator. National soaring contests, which include events for altitude, speed, distance, and accuracy in returning to a starting point, are held annually
from Soar
moving to great heights with little apparent effort; "a soaring eagle"
of imposing height; especially standing out above others; "an eminent peak"; "lofty mountains"; "the soaring spires of the cathedral"; "towering iceburgs"
ascending to a level markedly higher than the usual; "soaring prices" moving to great heights with little apparent effort; "a soaring eagle
{s} flying at a great height, gliding; flying upward, ascending, rising
present participle of soar
moving to great heights with little apparent effort; "a soaring eagle
the activity of flying a glider
ascending to a level markedly higher than the usual; "soaring prices"
{i} point

From a statistical point of view, a plane flight is much safer than a car trip. - İstatistiklere göre uçakla gitmek, arabayla gitmekten çok daha güvenlidir.

The plane was on the point of taking off. - Uçak kalkış noktasındaydı.

end

NASA says three of 22 space missions that carried generators similar to Galileo's ended in accidents. - NASA Galileo'nunkine benzeyen jeneratörler taşıyan 22 uzay uçuşunun üçünün kazayla sonuçlandığını söylüyor.

Tom and Mary sat at opposite ends of the couch. - Tom ve Mary koltuğun zıt uçlarında oturdular.

{i} tip

Tom quietly tiptoed out of the room. - Tom, parmak uçlarında yürüyerek sessizce odadan çıktı.

Tom closed the door quietly and tiptoed into the room. - Tom sessizce kapıyı kapattı ve parmak uçlarına basarak odaya girdi.

edge

Tom went to the edge of the cliff. - Tom uçurumun kenarına gitti.

He stood on the edge of the cliff. - O, uçurumun kenarında durdu.

uçarak gelmek
fly in
uçarak geçmek
wing
uçarak üzerinden geçmek
fly over
uçarak üzerinden geçmek
fly past
extreme

He fell from one extreme to the other. - O bir uçtan diğerine düştü.

The town is located in the extreme north of Japan. - Kasaba Japonya'nın en uç kuzeyindedir.

bit

Our flying time tonight will be just under 6 hours, but I'll see if I can speed things up a bit. - Bu gece uçuş saatimiz 6 saatin altında olacak, ancak bazı şeyleri biraz hızlandırabilip hızlandıramayacağımızı göreceğiz.

coast

The plane rose sharply before leveling off as it left the coast. - Uçak sahilden ayrılırken düz uçuşa geçmeden önce hızla yükseldi.

{i} top
{s} peak
closing
{i} pole
lip
{f} fly

Words fly away, the written remains. - Söz uçar, yazı kalır.

Words fly, texts remain. - Söz uçar, yazı kalır.

(Gıda,Teknik) nozzle
(Dilbilim) margin
(Biyokimya) ultimate

His Noodliness, the Flying Spaghetti Monster is the ultimate truth in the universe. - Onun Noodliness'i, Uçan Spagetti Canavarı evrende nihai gerçektir.

lead

Tom wanted a pencil with a softer lead. - Tom daha yumuşak uçlu bir kurşun kalem istedi.

(Otomotiv) pin

It was so quiet you could hear a pin drop. - O kadar sessizdi ki sinek uçsa duyabilirdın.

You could hear a pin drop. - Sinek uçsa duyabilirsin.

extremal
(Argo) hardcore
nose
terminus
tail end
(Denizbilim) boundry
pen-nib
(İnşaat) blade
(Askeri) point bar
summit
nib
{i} butt

Brilliant butterflies flew hither and thither. - Parlak kelebekler oradan oraya uçtu.

She observed how butterflies fly. - O, kelebeklerin nasıl uçtuğunu gözledi?

{f} flown

Have you ever flown in a blimp? - Hiç zeplinle uçtun mu?

If I go by air one more time, I'll have flown in an airplane five times. - Ben bir kez daha hava yoluyla gidersem uçakta beş kez uçmuş olurum.

{f} flying

If it hadn't been for Lindbergh's luck and his knowledge of flying, he could never have succeeded in crossing the Atlantic. - Lindbergh'in şansı ve uçuş bilgisi olmasaydı, Atlantiği geçmeyi asla başaramazdı.

I saw a flock of birds flying aloft. - Havada uçan bir kuş sürüsü gördüm.

spout
limit
flew

He flew in the face of Jishuku. - Jishuku'nun karşısında uçtu.

We flew from London to New York. - Londra'dan New York'a uçtuk.

tipping
barb
kuş gibi uçarak
as the crow flies
terminal
end, extremity; tip
tip; point; extremity, end; pen-nib; reason
toe
tail

The tail at the rear of the plane provides stability. - Uçağın arkasındaki kuyruk denge sağlar.

The International Sun-Earth Explorer 3 (ISEE-3) spacecraft made the first ever direct cometary measurements on September 11, 1985 as it flew through the tail of Comet Giacobini-Zinner. - Uluslararası Sun-Earth Explorer 3 uzay gemisi kuyruklu yıldız Giacobini-Zinner'in kuyruğu boyunca uçarken 11 Eylül 1985'te ilk doğrudan kuyruklu yıldız ölçümleri yaptı.

the extreme

The town is located in the extreme north of Japan. - Kasaba Japonya'nın en uç kuzeyindedir.

point (of a sharply pointed instrument)
hist. march, borderland
extremity
apex
tab
cusp
ending

Wash eggplants and cut their endings. - Patlıcanları yıkayın ve onların uçlarını kesin.

endpiece
التركية - التركية

تعريف uçarak في التركية التركية القاموس.

cunda
gunçul
Genellikle uzun bir nesnenin incelerek biten son ve sivri noktası: "Bu resmin iki gözü bir makasın ucu ile oyulmuştu."- A. Gündüz
Bir yerin en kenarda kalan bölümü
Bir şeyin kenarı: "Kırk kişilik bir masanın bir ucunda, üç kişiyiz."- R. H. Karay
Sınır boyu
Sebep
Genellikle uzun bir nesnenin incelerek biten son ve sivri noktası
Bir şeyin kenarı
Uzun bir şeyin baş veya son noktası
Bir uzaklığın son noktası: "İstikbal bu yolun ucundan bir güneş gibi doğuyor."- F. R. Atay
Bir şeyin başı, tepesi
Bir uzaklığın son noktası
Türk devletlerinde genel olarak sınır boylarındaki eyalet ve sancaklara verilen ad
Bir şeyin başı, tepesi: "Ayaklarının ucuna basarak beşiğin yanına geldi."- H. E. Adıvar
Amaç, gaye
uçarak
المفضلات