tutmak

listen to the pronunciation of tutmak
التركية - الإنجليزية
hold

I just want to hold her hand. - Sadece onun elini tutmak istiyorum.

The most dangerous thing Tom ever wanted to try to do was to hold a poisonous snake. - Tom'un şu ana kadar yapmayı denemek istediği en tehlikeli şey zehirli bir yılanı tutmaktı.

keep

You must keep the plan secret until someone notices it. - Birisi fark edene kadar planı gizli tutmak zorundasın.

We have to keep our dog tied. - Köpeğimizi bağlı tutmak zorundayız.

held
book

I will lend you the books, which I have at my disposal, on condition that you keep them clean. - Onları temiz tutmak şartıyla sana elimdeki kitapları ödünç vereceğim.

hire

I want to hire a servant. - Bir hizmetçi tutmak istiyorum.

Tom wanted to hire us both, but he said he could only hire one of us. - Tom ikimizi de tutmak istedi, ancak yalnızca bizden birini tutabileceğini söyledi.

aggregate
seize
rent
last
work

I don't have a lot of work, but it's enough to keep me in the office this week. - Bir sürü işim yok ama bu hafta beni ofiste tutmak için yeterli.

He had worked hard to keep Kansas peaceful. - Kansas'ı huzurlu tutmak için çok çalıştı.

sticking
maintain at
approve of
make sick
take hold of
(Konuşma Dili) hold by
retain

We had to retain a lawyer. - Biz bir avukat tutmak zorunda kaldık.

iyi tutmak
attack
(İnşaat) trap
fix
hold down
fit
bridle
employ
maintain
play
take up
hold on
ad here
grab

I had to grab her to keep her from falling. - Onun düşmesini engellemek için onu tutmak zorunda kaldım.

hold on to
hang on
intercept
expose
deem
stand for
(Dilbilim) pick up
clasp
stay

If you want to stay a member of this club, you have to fish or cut bait. - Bu kulübün bir üyesi kalmak istiyorsanız balık tutmak ya da yem kesmek zorundasınız.

go over
(deyim) catch hold of
(Argo) nail
amount to
like

I'd like to keep it that way. - Bunu o şekilde tutmak istiyorum.

Tom doesn't like fishing. - Tom balık tutmaktan hoşlanmaz.

(deyim) carry out
sustain
corral
cost
take effect
have

I have kept a diary for three years. - Üç yıldır bir günlük tutmaktayım.

Tom didn't have enough money to take a taxi. - Tom'un bir taksi tutmak için yeterli parası yoktu.

stop
possess
make

Make no mistake: we do not want to keep our troops in Afghanistan. We seek no military bases there. - Yanlış yapmak yok: Biz birliklerimizi Afganistan'da tutmak istemiyoruz. Biz orada askeri üs aramıyoruz.

It's an American tradition to make a wish on your birthday. - Doğum gününde dilek tutmak bir Amerikan geleneğidir.

to have (a steady job)
to gain (weight), put on (weight): Bu et tutmamış davarı satalım. Let's sell these skinny cows
to be seized with (the hiccups, fit of coughing, etc.): O sırada onu öyle bir gülme krizi tuttu ki odadan çıkmak zorunda kaldı. At that point she got the giggles so bad that she had to leave the room
to detain (someone); to hold (someone) up
to look after, watch over (someone)
(for something) to take up (so much space)
to hunt: kuş tutmak to hunt birds
(para) be
choke off
claw hold of
to hold back; to restrain
check
tot up
(for someone) to get (malaria): Dursun'u sıtma tutmuş. I hear Dursun's got malaria
(dil) guard
choke
dengede tutmak
balance
hariç tutmak
exclude
tutmak (elle)
grab
tutmak (oruç)
observe
tutmak dil
guard
tutanak tutmak
minute
tuzak tutmak
trap
tutanak tutmak
write a minute
tutanak tutmak
to take the minutes (down); to take a/the statement down zabıt tutmak
tutanak tutmak
take the statement down
tutanak tutmak
take the minutes
tutanak tutmak
take the minutes down
tutanak tutmak
take a statement down
tutarakı tutmak
1. to have a seizure. 2. to have a fit of obstinacy
tutarıkı tutmak
1. to have a seizure. 2. to have a fit of obstinacy
tutuklu olarak tutmak
(Kanun) hold for trial
ışık tutmak
shed
akılda tutmak
store
yas tutmak
mourn

Sami came to mourn Layla. - Sami, Leyla'ya yas tutmak için geldi.

tutma
retention
zabıt tutmak
minute
dışında tutmak
leave out
hakkı saklı tutmak
reserve
hesabını tutmak
score
kendini tutmak
hold back

You have to hold back. - Kendini tutmak zorundasın.

tarafını tutmak
(Hukuk) uphold
tut
held

They held her in high esteem as their benefactor. - Onlar, hayırseverleri olarak onu yüksek itibarda tuttu.

The picture was held on by a pin. - Resim bir iğne ile tutturuldu.

tutma
{i} hold

Slotted spoons have a particular role in the traditional absinthe ritual. They are used to hold a sugar cube over a glass as one dissolves it into her drink with cold water. - Oluklu kaşıklar geleneksel pelin ayininde belirli bir role sahiptir.Onlar bir adet küp şekeri soğuk suyla bardaklarının içine eritmek için küp şekeri bardağın üstünde tutmak için kullanılır.

To put it bluntly, the reason this team won't win is because you're holding them back. - Açık söylemek gerekirse, bu takımın kazanamayacak olmasının sebebi onları geride tutmanızdır.

baskı altında tutmak
repress
işleme tabi tutmak
process
tutma
{i} take

Never take a blind man's arm. Let him take yours. - Asla kör bir adamın kolunu tutmayınız. O sizinkini tutsun.

Don't always take sides with him. - Her zaman onun tarafını tutma.

yerini tutmak
compensate
eşit tutmak
equate
muaf tutmak
rescue
topa tutmak
hail
rekoru elinde tutmak
(Pisikoloji, Ruhbilim) hold a record
bir tutmak
identify
ayrı tutmak
sequester
aziz tutmak
cherish
dışında tutmak
exclude
göz önünde tutmak
reckon with
gözaltında tutmak
keep under surveillance
kin tutmak
hold a grudge
kira ile tutmak
hire
nasır tutmak
callous
saat tutmak
minute
tabi tutmak
subject to
telif hakkını saklı tutmak
copyright
üstün tutmak
choose
ışık tutmak
a) to shed light (on) b) to light the way (for)
el üstünde tutmak
pet
tut
{f} fix

They fixed the sign to the wall. - Onlar tabelayı duvara tutturdular.

adam tutmak
mark a man
avukat tutmak
instruct a solicitor
bir yerde tutmak
store
birbirini tutmak
tie in
defter tutmak
keep book
defter tutmak
keep the accounts
dost tutmak
make friends
elde tutmak
retain
elinde tutmak
monopolize
elinde tutmak
(Dilbilim) keep hold of
elinden tutmak
help
elinden tutmak
own
elinden tutmak
possess
elini çabuk tutmak
hurry up
elini çabuk tutmak
get a move on
elini çabuk tutmak
jump to it
elini çabuk tutmak
come on
evin yolunu tutmak
make for home
güncel tutmak
keep up-to-date
güçlü tutmak
sustain
gıcık tutmak
cough
kendini tutmak
control oneself
kin tutmak
nurture resentment against
kin tutmak
develop a grudge(against)
kin tutmak
nurse a grudge (against)
kira ile tutmak
rent
mesken tutmak
dwell in
mesul tutmak
(Kanun) impeach
metres tutmak
keep a mistress
muaf tutmak
be exempt
muaf tutmak
be exempt from
muaf tutmak
privilege
muaf tutmak
exempt from
niyet tutmak
wish a wish
niyet tutmak
make a wish
olta ile tutmak
hook
soru yağmuruna tutmak
barrage
soru yağmuruna tutmak
fire questions
sorumlu tutmak
put the blame on
sıkı tutmak
grasp
sıkı tutmak
hang on
sımsıkı tutmak
(Dilbilim) hang on to
sımsıkı tutmak
clasp
sımsıkı tutmak
cling
sınırlı tutmak
cramp
sır tutmak
keep secret
tabi tutmak
put to
taraf tutmak
support
taraf tutmak
take a stand
taraf tutmak
(Kanun) favour
temiz tutmak
keep it clean
teste tabi tutmak
test
tut
cost

The cost of the air fare is higher than of the rail fare. - Uçak bileti ücretinin tutarı tren bileti ücretinden daha yüksek.

I would like to know how much it costs. - Ne kadar tuttuğunu bilmek isterim.

tutma
suppress
tutma
(Spor) lift
tutma
rent
tutma
conservation
tutma
set
tutma
grapple
tutma
(Biyokimya) fixation
tutma
fit
tutma
grip

You must grip that dagger this way. - O hançeri bu şekilde tutmalısın.

yağmuruna tutmak
rain
yekun tutmak
aggregate
yerinde tutmak
(Askeri,Teknik) immobilize
yerinde tutmak
retain
yerini tutmak
substitute for
yosun tutmak
moss
yurt tutmak
settle in
yüz tutmak
begin
tut
hold down

Tom can't hold down a job. He's always getting fired. - Tom bir mesleği tutamaz. O her zaman kovuluyor.

tut
got hold of
tut
{f} restrained

I barely restrained myself from vomiting. - Kusmamak için kendimi zar zor tuttum.

tut
{f} sustaining
tut
{f} hold

You're holding my hand in the photo. - Fotoğrafta elimi tutuyorsun.

I hope I can hold on to my job. - Sanırım mesleğime tutunabilirim.

tut
choke back
tut
{f} withholding
tut
{f} withheld
tut
restrain

Sometimes, the best response is to restrain yourself from responding. - Bazen en iyi yanıt, kendinizi yanıt vermekten uzak tutmaktır.

He could no longer restrain himself. - O artık kendini tutamadı.

tut
retain

We had to retain a lawyer. - Biz bir avukat tutmak zorunda kaldık.

tut
get hold of

Where can I get hold of a good tax lawyer? - Nerede iyi bir vergi avukatı tutabilirim?

Sami tried to get hold of his brother. - Sami erkek kardeşini tutmaya çalıştı.

tut
{f} retained
tut
maintain at
tut
{f} holding

He was holding a large box in his arms. - O, kollarında büyük bir kutu tutuyordu.

You're holding my hand in the photo. - Fotoğrafta elimi tutuyorsun.

tut
withhold
tut
hold back

Tom couldn't hold back his anger. - Tom öfkesini tutamadı.

Tom tried to hold back his tears. - Tom gözyaşlarını tutmaya çalıştı.

tut
held down
tut
held back

The police held back the protesters. - Polis protestocuları geri tuttu.

The police held back the crowd. - Polisler kalabalığı geride tuttu.

tut
{f} seizing
tutma
detention
tutma
check
tutma
adsorption
tutma
support

Reason promises us its support, but it does not always keep its promise. - Sebep bize destek sözü verir ancak her zaman sözünü tutmaz.

tutma
{i} keeping

Food prices are at their highest level since the United Nations Food and Agriculture Organization began keeping records in 1990. - Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Kurumu 1990'da kayıt tutmaya başladığından beri, yiyecek fiyatları en yüksek seviyesindedir.

Keeping a diary is a good habit. - Bir günlük tutmak iyi bir alışkanlıktır.

tutma
{i} seizing
tutma
clutch
tutma
charter
tutma
catchment
الإنجليزية - الإنجليزية

تعريف tutmak في الإنجليزية الإنجليزية القاموس.

tut
A tutorial
tut
To make a tut tut sound of disapproval
tut
{e} expressing dislike
tut
See tut tut
tut
Be still; hush; an exclamation used for checking or rebuking
tut
A word used in Lincolnshire for a phantom, as the Spittal Hill Tut Tom Tut will get you is a threat to frighten children Tut-gotten is panic-struck Our tush is derived from the word tut
tut
If you tut, you make a sound with your tongue touching the top of your mouth when you want to indicate disapproval, annoyance, or sympathy. He tutted and shook his head. tut-'tut tutted tutting to express disapproval by making a tut sound
tut
Tut is used in writing to represent the sound that you make with your tongue touching the top of your mouth when you want to indicate disapproval, annoyance, or sympathy
tut
Society Alt Ntul
tut
A hassock
tut
An imperial ensign consisting of a golden globe with a cross on it
التركية - التركية
Anlamak, farkına varmak
İzlemek
Avlamak: "Dalyan işletiyorum, tuttuğumuz balığı tekrar denize döküyoruz."- R. H. Karay
Yemek hafifçe yanmak
Edinmek, peyda etmek
Ay başına kadar bana ödünç versene."- M. Ş. Esendal
Kaplamak: "Tabanı otuz, otuz beş metre kadar tutan bir eşkenar üçgen biçimindedir."- T. Buğra
Bir yerde kalmasını sağlamak
Avlamak
Saymak
İşgal etmek
Bir cümlede fiilden önce ve fiilin kipinde veya sıfat-fiil durumunda kullanıldığında o fiilin anlattığı işin çok beklenmediği, umulmadığı veya çok uygun düşmediği hâlde yapıldığını anlatır
Yaklaştırmak
Biriktirmek, tasarruf etmek: "Sen metelik tutuyorsun gibi geliyor bana
Elde bulundurmak, ele almak: "Kucağında kundaklı bir çocuk tutuyordu."- Ö. Seyfettin
Bir sanat eseri geniş ilgi görmek
Takım oyunlarında karşı takımdaki bir oyuncuyu yakından izlemek, gölgelemek, markaja almak
Hürriyetinden mahrum edip bir yere kapamak, tevkif etmek: "Vahşidir, hiçbir zaman onu kafeste tutmak mümkün değildir."- S. F. Abasıyanık
Dokunmak, hasta etmek
Bağlamak
Herhangi bir durumda bulundurmak
Hafifçe yanmak
Ele geçirmek, yakalamak
Sunmak. İşgal etmek. İzlemek: "Tepeden inince Değirmendere'ye hâkim bir iz tutacaksınız."- R. H. Karay
Dokunmak
Alıkoymak
Bir kimsenin yerini almak
Kocası olmak
Var saymak, farz etmek
Dokunmak; etkisini göstermek
Etkisini göstermek, gerçekleşmek, yerine gelmek
Bir yüzeyde görünür durumda olmak, kalmak
Benimsemek, beğenmek
Para toplamı...-e varmak
Hürriyetinden mahrum edip bir yere kapamak, tevkif etmek
Elde bulundurmak, ele almak
Uygun gelmek, çelişmez olmak
Herhangi bir anlayışla girişmek
Kaplamak
Yazı geçireceğim."- P. Safa
Kullanmak
Sürmek, zaman almak
Herhangi bir durumda bulundurmak: "Seksen bir yaşında da olsa çalışmak insanı zinde tutuyor."- H. Taner
Desteklemek, birinden yana çıkmak
Otobüs, vapur, uçak vb. dokunmak, hasta etmek
Denetimi ve yetkisi altına almak
Ele geçirmek, yakalamak: "Evvela bu terbiyesiz köpeği tuttu, bağladı."- Ö. Seyfettin
Bir kimsenin yerini almak: "Bak azizim, dedim, ben senin yerini tutamam."- Y. K. Karaosmanoğlu
Yönelmek: "Oyuncular ağır ağır soyunma odasının yolunu tuttular."- H. Taner
Ya yeşerir ya yeşermez."- Ş. Rado. İş görebilmek: "Eli ayağı tutsun, açlıktan ölmesin, yeterdi ona."- T. Buğra
Uygun gelmek, çelişmez olmak: "Bir talih eseri olarak ondan gelen cevap benim kendi bulduklarımı tuttu."- R. N. Güntekin
Giyinmesine yardım etmek
Bağlamak: "Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım."- B. S. Erdoğan
Bırakmamak
Beddua etkisini göstermek, gerçekleşmek, yerine gelmek: "Avradın ilenci tutarsa senin iki gözün kör olacak."- M. Ş. Esendal
İçine girmek; girişmek, yapmak
Yanında bulundurmak, alıkoymak
Saymak: "Kadınların başında gördüğünüz bürümcükten, iç çamaşırlarından tutunuz da entarilik kaba pamuklulara kadar hepsi Osmanlı malı idi."- F. R. Atay
Başlamak
Alacağa veya vereceğe saymak
Ağrımak, sancımak, musallat olmak
Asılmak, kuvvetlice sarılmak
Benimsemek, beğenmek: "Ama öylelerini de çevresinde kimse sevmemiş, tutmamıştır."- T. Buğra
Biriktirmek, tasarruf etmek
Ağrımak, sancımak, musallat olmak: "... poker oynanıyor
Sunmak
Asılmak, kuvvetlice sarılmak: "Üç kişi tutarlarmış da onu pencerenin önünden çekemezlermiş."- P. Safa
Yenilirse kızıyor
Yapışarak veya sokularak çıkmaz olmak
İş görebilmek
TUT
(Osmanlı Dönemi) f. Dut
TUTMA
(Hukuk) Tutuklama
Tutma
(Osmanlı Dönemi) AHZ
tut
Eski Mısır'da kullanılan Kıpti takviminin ilk ayı
tutma
Tutmak işi
tutma
Destekleme
tutma
Bazı takım oyunlarında ayakla veya vücutla karşı takım oyuncusunun davranışına engel olma, gölgeleme, markaj
tutma
Geçici işçi, yanaşma, uşak, hizmetçi
tutma
(Osmanlı Dönemi) zapt
الإنجليزية - التركية

تعريف tutmak في الإنجليزية التركية القاموس.

ışık tutmak
bring light
tut
hay aksi!
tut
tüh!
tut
vah!
tut
cik cik
tut
tut! Vah
tut
{ü} Tut, tut! Bir şeyin onaylanmadığını vurgulamak için söylenir: Tut, tut, you shouldn't be reading other people's mail! A, başkalarının
tut
Sus! Adam sen de! Tut
tutmak
المفضلات