Tom Mary'nin omzuna dokundu.
- Tom touched Mary on the shoulder.
O asla şaraba dokunmadı.
- He never touched wine.
Tom müteessir görünüyordu.
- Tom seemed to be touched.
Tom, Mary'nin onun hakkında üzgün olmasından etkilenmişti.
- Tom was touched that Mary was worried about him.
Bu yılan dokunmak için güvenli midir?
- Is this snake safe to touch?
Tüm yapmanız gereken düğmeye dokunmak.
- All you have to do is touch the button.
Yaşlı Alman posta taşıyıcı hediye işaretli pakete dokunmak istemedi.
- The old German mail carrier did not want to touch the package marked gift.
O, onun mümkün olan en kısa sürede onunla iletişim kurmasını istiyor.
- She'd like him to get in touch with her as soon as possible.
Benimle iletişimi koparmayın.
- Keep in touch with me.
Benim soğuk bir dokunuşum var. Bu çok kötü.
- I've a touch of a cold. That's too bad.
Polisle bağlantı kurmaya çalıştım.
- I tried to get in touch with the police.
Kız kardeşiyle temasa geçmeye çalışıyorum.
- I'm trying to get in touch with her sister.
Bu bir dokunmatik ekran, onun üzerinde görüntülenen kontrolleri çalıştırmak için parmaklarını kullanabilirsin.
- This is a touchscreen, so you can use your fingers to operate the controls which are displayed on it.
Tüm yapmanız gereken düğmeye dokunmak.
- All you have to do is touch the button.
Cümleler kelimelere içerik getirir. Cümlelerin kişilikleri vardır. Onlar komik, akıllı, aptal, anlayışlı, dokunaklı, incitici olabilirler.
- Sentences bring context to the words. Sentences have personalities. They can be funny, smart, silly, insightful, touching, hurtful.
Bu eve kadın eli değmesi lazım.
- This house needs a feminine touch.
Onunla henüz bağlantı kuramıyorum.
- I can't get in touch with him yet.
Tom, Mary ile e-posta vasıtasıyla bağlantı kurabilir.
- Tom can get in touch with Mary by email.
Ben seninle temas kuracağım.
- I will get in touch with you.
O, ırkçı gruplarla temas halinde olduğunu mahkemede itiraf etti.
- He confessed in court that he was in touch with racist groups.
Tüm yapmanız gereken düğmeye dokunmak.
- All you have to do is touch the button.
Tom öğle yemeğine dokunmadı.
- Tom didn't touch his lunch.
Tom tabloya birkaç son rötuşları ekledi.
- Tom added a few finishing touches to the painting.
O planın hâlâ bazı son rötuşlara ihtiyacı vardı.
- That plan still needed some finishing touches.
Her parents had caught her touching herself when she was fifteen.
He performed one of Ravel's piano concertos with a wonderfully light and playful touch.
Clever touches like this are what make her such a brilliant writer.
With the lights out, she had to rely on touch to find her desk.
He promised to keep in touch while he was away.
Move it left just a touch and it will be perfect.
Suddenly, in the crowd, I felt a touch at my shoulder.
There was his mistress, Maria Morano. I don't think I've ever seen anything to touch her, and when you work for the screen you're apt to have a pretty exacting standard of female beauty.
... has touched all of our lives, and that is the electromagnetic force. ...
... millions of albums around the world, her songs have touched millions of people around the ...