Çiçekler mutlu görünmüyor. Onları sulamak istiyorum. Sulama kovası var mı?
- The flowers don't look happy. I'd like to water them. Is there a watering can?
Yağmur yağmaya başladı, bu yüzden o, çimleri sulamak zorunda değildi.
- It began to rain, so he did not have to water the lawn.
O, çiçekleri yaz aylarında her gün sular .
- He waters the flowers every day in summer.
Durgun sular derin akar.
- Still waters run deep.
Okyanus sürekli hareket halinde olan büyük bir su kütlesidir.
- The ocean is a huge body of water that is constantly in motion.
Su ve yağ her ikisi sıvıdır.
- Water and oil are both liquids.
Su sıvıdır. O, donduğu zaman katılaşır.
- Water is liquid. It becomes solid when it freezes.
Barajın aşağısında bir su değirmeni vardı.
- There was a watermill under the dam.
Barajda fazla su var mı?
- Is there much water in the dam?
Foklar karada sakar ve hantal, suda ise çok zariftir.
- Seals are clumsy and ponderous on land, but very graceful in the water.
Fok balıkları karada sakar ve gariptir, ancak suda çok zariftir.
- Seals are clumsy and awkward on land, but very graceful in the water.
Sel suları nihayet geri çekildi.
- The flood waters have finally receded.
1342 sel kronolojisi Köln'de, biri şehir duvarlarının üzerinde bir tekneye binebiliyorken, Mainz katedralinde suyun bir insanın göğüs hizasına geldiğini söylüyor.
- The chronicles of the flood of 1342 say that the water in the Mainz Cathedral came up to a man's chest, while in Cologne, one could ride in a boat over the city walls.
Bir nehir ve bir kanal her ikisi de su yolu türüdür.
- A river and a canal are both types of waterway.
Çiçekleri sulamama gerek yoktu. Bitirdikten hemen sonra yağmur yağmaya başladı.
- I needn't have watered the flowers. Just after I finished, it started raining.
Su boruları dondu ve sonra patladı.
- The water pipes froze and then burst.
Kahvaltınızı yapmadan önce çiçekleri sulayın.
- Water the flowers before you have breakfast.
Muhteşem kek ağzımı sulandırdı.
- The gorgeous cake made my mouth water.
Gölette çok az su var.
- There is little water in the pond.
Gölette neredeyse hiç su yok.
- There's almost no water left in the pond.
Geçen bir araç bir su birikintisine çarptı ve üstüme su sıçrattı.
- A passing car hit a puddle and splashed water all over me.
Tom bir su birikintisi içinde yürüdü.
- Tom stepped in a puddle of water.
Filistinlilerin işgal altındaki topraklarda içtiği suyun kalitesi nedir?
- What is the quality of the water that the Palestinians drink in the occupied territories?
Dünyadaki birçok insanın iyi kalitede suya erişimi yok.
- Many people around the world don't have access to good quality water.
Burada su almak parasız değil.
- It's not free to get water here.
Tom biraz su almak için mutfağa gitti.
- Tom went into the kitchen to get a drink of water.
Test tüpündeki asiti sulandırmak için kaç litre su kullandınız?
- How many liters of water did you use to dilute the acid in the test tube?
Suluboya ile resim yapmaktan hoşlanıyorum.
- I like to paint with water colors.
O suluboyayla resim yapar.
- She paints with watercolours.
He maketh me to lie down in green pastures: he leadeth me beside the still waters. —Psalms 23:2.
The smell of fried onions makes my mouth water.
By the action of electricity, the water was resolved into its two parts, oxygen and hydrogen.
The rough waters of change will bring about the calm after the storm.
Many people visit Bath to take the waters.
That is Coniston Water.
I need to go water the cattle.
Before the child is born, the pregnant woman’s waters break.
Sally watered the roses.
Do not drink the water.
I would like to order a water.
He showed me the river of living water, sparkling like crystal, flowing from the throne of God.
Perrier is the most popular water in this restaurant.
Can you water the whisky, please?.
The boat was found in within the territorial waters.
... water begins flooding the tunnels. ...
... To pump out the water, a new invention is needed. ...