Tren olmadığı için, tüm yolu yürümek zorunda kaldık.
- There being no train, we had to walk all the way.
O, yürümek için çok yaşlıydı.
- He was too old to walk.
Yürümek iyi egzersizdir.
- Walking is good exercise.
Yürümek için ideal bir gündü.
- It was an ideal day for walking.
Parkta dolaşmaktan hoşlanıyor.
- He likes to walk about in the park.
Her sabah yürüyüşe çıkarım.
- I take a walk every morning.
John ve Mary'nin el ele yürüyüşünü izledim.
- I watched John and Mary walking hand in hand.
Tom her gün okula yürüyerek gitmek zorunda mı?
- Does Tom have to walk to school every day?
Senin yaşındayken, okula yürüyerek gitmek zorundaydım.
- When I was your age, I had to walk to school.
O yalnız yürümeyi sever.
- She likes to walk alone.
O, spor salonuna yürümedi.
- She did not walk to the gym.
Biz gölün etrafında yürüdük.
- We've walked all around the lake.
O tek başına yürümeyi sever.
- She likes to walk alone.
Adam köşenin çevresinde gezindi.
- The man walked around the corner.
Onu arayarak etrafta gezindi.
- She walked around looking for him.
Sonunda, hastalıktan dolayı yürüyemez hale geldi ve gezinmek için motorlu tekerlekli sandalye kullanmak zorunda kaldı.
- In the end, because of the disease, he became unable to walk and had to use a motorized wheelchair to get around.
Sen tamamen hareketsiz olmalısın ve parmak uçlarında yürümelisin. Bebek uyuyor.
- You must be completely still and walk on your tip-toes. The baby is asleep.
İşe git, çocuklarını okula gönder. Modayı takip et, normal hareket et, kaldırımda yürü, televizyon izle. Yaşlılığın için para biriktir. Kanunlara uy. Benimle birlikte tekrarla: Ben özgürüm.
- Go to work, send your kids to school. Follow fashion, act normal, walk on the pavements, watch TV. Save for your old age. Obey the law. Repeat with me: I am free.
Sahilde gezinti yaptık.
- We went for a walk on the beach.
Tom ince bir çizgi üzerinde yürümek zorundadır.
- Tom has to walk a fine line.
Göl donmuştu ama buzun üzerinde yürümek için yeterince güçlü olduğundan emin değilim.
- The lake has frozen over but I'm not sure the ice is strong enough to walk on.
Tom ön yürüyüş yoluna yaklaşıyor.
- Tom is coming up the front walk.
Otobüs servisi olmadığı için, biz, istasyona giden bütün yolu yürümek zorunda kaldık.
- As there was no bus service, we had to walk all the way to the station.
Tren olmadığı için, tüm yolu yürümek zorunda kaldık.
- There being no train, we had to walk all the way.
To be sure—I'd quite forgot it in my thoughts of greater things! Well, vamp on to Marlott, will ye, and order that carriage, and maybe I'll drive round and inspect the club..
If you leave your wallet lying around, it’s going to walk.
I carefully walked the ladder along the wall.
If we don't offer him more money he'll walk.
Debugging this computer program involved walking the heap.
The Ministry of Silly Walks is underfunded this year.
The museum’s not far from here – you can walk it.
Will you walk me home?.
The pitcher now has two walks in this inning alone.
It’s a long walk from my house to the library.
The county had a successful defense only because the judge kept telling the jury at every chance that the cyclist should have walked his bicycle like a pedestrian.
... I'm going to walk over to the computer here. ...
... network or an external drive. So I walk into an Internet cafe, and there's an OS running ...