Bu bir ev, şu ise camidir.
- This is a house and that is a mosque.
Bu bir postane, şu ise bir bankadır.
- This is a post office and that is a bank.
Esperanto aslında zor değil.
- Esperanto indeed is not difficult.
Aslında o yer buradan uzakta gibi görünüyor.
- Indeed, that place does appear to be far from here.
Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
- See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
Ver onu. Sahip olduğunun hepsi bu kadar mı?
- Hand it over. That's all you've got?
O, onlara karşı çok nazikti.
- He was very kind to them.
O, uzun süredir onlara yazmadı.
- He hasn't written to them in a long time.
Keşke sigara içmeyi bıraksa.
- I wish that she would stop smoking.
Keşke o gitarı alabilsem.
- I wish I could buy that guitar.
Bu araba ötekinden daha iyi bir çalışmaya sahip.
- This car has a better performance than that one.
Doğrusu çok şey biliyorsunuz ama onları öğretmede iyi değilsiniz.
- Indeed you know a lot of things, but you're not good at teaching them.
Doğrusunu söylemek gerekirse, o, dilini koparabilirdi.
- Indeed, he could have bitten off his tongue.
Tom'un şimdiye kadar böyle küçük bir araba sürmeyi düşüneceğinden şüpheliyim.
- I doubt that Tom would ever consider driving such a small car.
Onun böyle güzel bir teklifi reddetmesine şaşırdım.
- I am surprised that she refused such a good offer.
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
- That's one small step for a man, one giant leap for mankind.
O, geçen yıl o şirket için çalışmaya başladı.
- He began to work for that company last year.
Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.
- In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
Kilo alacağı korkusuyla diyet yapıyor.
- She is on a diet for fear that she will put on weight.
Bana göre bir anlamı yok.
- It doesn't make sense to me.
O bana göre altı yıl kıdemli.
- She is senior to me by six years.
Bu kitap sana epey faydalı olabilir.
- This book may well be useful to you.
Bir kuş olsam, sana uçabilirim.
- If I were a bird, I would have been able to fly to you.
Niçin geç kaldığını bize açıklamasını talep ettik.
- We demanded that he explain to us why he was late.
Tom bize yazacağını söyledi.
- Tom said he would write to us.
Gerçekten çok genç ama yaşına göre çok tecrübeli.
- Indeed he is young, but he is well experienced for his age.
O gerçekten çok zeki.
- He is very clever indeed.
Birlikte çalıştığım birinin yanında yaşıyorsun
- You live next to somebody I work with.
Çek birine para ödeme yöntemidir.
- A check is a method of paying money to somebody.
Bunu başka birine söyle.
- Tell it to somebody else.
Tom tanımadığı birinin yanında oturdu.
- Tom sat down next to someone he didn't know.
Bu iş için başvuruda bulunmak size kalmış.
- It is up to you to apply for the job.
Üzgünüm size yazmam uzun sürdü.
- Sorry it took me so long to write to you.
Ben ırkçı değilim, ama ile başlayan her cümlenin gerçekten çok ırkçı olması muhtemeldir.
- Every sentence that starts with I'm not racist, but is likely to be very racist indeed.
Hayat gerçekten de iyi bir şeydir.
- Life is indeed a good thing.
Ekvatora yakın dar bir bölgede bulunan, tropik yağmur ormanları o kadar hızlı yok oluyorlar ki 2000 yılına kadar onların % 80 yok olabilir.
- The tropical rainforests, located in a narrow region near the equator, are disappearing so fast that by the year 2000 eighty percent of them may be gone.
O kadar kötü birisi ki kimse ondan hoşlanmaz.
- He is such a bad person that everybody dislikes him.
O kadar iyi bir kitap ki onu üç kez okudum.
- That was so good a book that I read it three times.
Erkek kardeşim okumaya öylesine dalmıştı ki odaya girdiğimde beni farketmedi.
- My brother was so absorbed in reading that he did not notice me when I entered the room.
Erkek kardeşim okumaya öylesine dalmıştı ki odaya girdiğimde beni farketmedi.
- My brother was so absorbed in reading that he did not notice me when I entered the room.
Linda'nın hayal kırıklığı öylesine fazlaydı ki gözyaşlarına boğuldu.
- Such was Linda's disappointment that she burst into tears.
Bu o kadar ağır bir kutu ki onu taşıyamam.
- This is so heavy a box that I can't carry it.
O gitar o kadar pahalı ki onu satın alamam.
- That guitar is so expensive that I can't buy it.
Tom dedi ki ona göre Mary, kaybettiği anahtarı John'un nerede bulduğunu biliyormuş.
- Tom said that he thought Mary knew where John had found the key she'd lost.
Tom o kadar hızlı koştu ki ona yetişemedim.
- Tom ran so fast that I couldn't catch him.
Eğer uçağın kaza yapacağını birine söylersen, bu söylem hiç bir şey ifade etmeyecek.
- If you say this to someone whose plane is going to crash, this phrase is not going to mean anything.
Sabah ereksiyonu olmayan birine ödünç para verme.
- Don't lend money to someone who can't have a morning erection.
Bununla ilgili olarak, ben suçlu değilim.
- In relation to this, I am to blame.
Bunun için görünenden daha fazlası varsa, umarım bana söylersin.
- If there's more to this than meets the eye, I hope you'll tell me.
Meseleyi ona bırakmaktan başka çaremiz yoktu.
- We had no choice but to leave the matter to him.
Ona beş dolar ödedim.
- I paid five dollars to him.
O elbiseyi buna tercih ederim.
- I prefer that dress to this one.
Buna alışabildiğimi düşünüyorum.
- I think I could get used to this.
I did the run last year, and it wasn't that difficult.
That it is.
I like the song that you wrote.
That was an interesting example.
I'm just not that sick.
That battle was in 1450.
He told me that the book is a good read.
He must die that others might live.
I feel happy because I am quit of that trouble.
- I'm glad to be rid of that trouble.
You'll suffer because of that.
- You will suffer because of that.