Saldırgan görünmek istemiyorum.
- I don't want to seem pushy.
Dan utangaç gibi görünmek istemiyordu.
- Dan didn't want to seem shy.
Dan utangaç gibi görünmek istemiyordu.
- Dan didn't want to seem shy.
O gençken çok popüler bir aktörmüş gibi görünmektedir.
- He seems to have been a very popular actor when he was young.
Biz neredeyse bilmeden, hissetmeden annemiz severiz, çünkü o yaşamak kadar doğaldır.
- We love our mother almost without knowing it, without feeling it, as it is as natural as to live.
Önemli hissetmek istiyorum.
- I want to feel important.
Tom bizimle gelmek istiyor gibi görünmüyordu.
- Tom didn't seem to want to come with us.
Tom bizimle gelmek istiyor gibi görünmüyor.
- Tom doesn't seem to want to come with us.
Birinden daha aşağıda olduğunu hissetmek için hiçbir neden yoktur.
- There is no reason for you to feel inferior to anyone.
Tom duygusal hissetmekten kendini alamadı.
- Tom couldn't help but feel sentimental.
Tom'un polisi aramak istediğine dair içimde bir his var.
- I have a feeling that Tom wants to call the cops.
Su o kadar bulanıktı ki polis dalgıçlar vücudu dokunarak aramak zorunda kaldı.
- The water was so murky that the police divers had to search for the body by feel.
Senin planın benimkinden daha iyi görünüyor.
- Your plan seems better than mine.
O bana ilginç görünüyor.
- It seems interesting to me.
Bunun hakkında kötü bir sezgim var.
- I have a bad feeling about that.
Tom'un sınavı geçmeyeceğine dair içgüdüsel bir sezgim var.
- I have a gut feeling that Tom won't pass the test.
Bugün dağlardan daha yüksek hissediyorum. Bugün gökyüzüne dokunmak istiyorum.
- Today I feel higher than the mountains. Today I want to touch the sky.
Galiba gelişi güzel okumuş.
- He seemed to read at random.
Galiba karıştırıyoruz.
- We seem to be confused.
En iyisi olarak görünen bu kravatı alacağım.
- I will take this tie, as it seems to be the best.
It looks like wood, but it feels more like plastic.
It looks like I'm stuck with you.
... MR. ROMNEY: Jim, I had the great experience ' it didn't seem like it at the time ' of ...
... of the argument: the human rights case. This may seem a little weird on its face, but bear ...