to partake of a particular substance (especially a food or drink) or action

listen to the pronunciation of to partake of a particular substance (especially a food or drink) or action
الإنجليزية - التركية

تعريف to partake of a particular substance (especially a food or drink) or action في الإنجليزية التركية القاموس.

have
it has geçmi zaman had malik olmak
have
{f} almak

Saatimi kaybettim, bu yüzden bir tane almak zorundayım. - I lost my watch, so I have to buy one.

Bankada paçayı yırtmak ve A52 yi almak zorundasın. - You'll have to get off at the bank and take the A52.

have
eline ulaşmak
have
izin vermek

Gitmene izin vermek zorundayım. - I have to let you go.

İçeri girmeme izin vermek zorundasın. - You have to let me in.

have
doğurmak
have
{f} elde etmek

Tom'un o hakkı elde etmek için sadece bir şansı olacak. - Tom will have only one chance to get that right.

Tam sevinç değerini elde etmek için, onu paylaşacak birisine sahip olmalısınız. - To get the full value of joy, you must have someone to divide it with.

have
geçirmek

Çinli firmalar, dünya pazarını ele geçirmek için bir arayış başlattı. - Chinese firms have embarked on a quest to conquer the world market.

Hayatımın geriye kalan kısmını birlikte geçirmek istediğim herhangi biriyle henüz tanışmadım. - I haven't yet met anyone I'd want to spend the rest of my life with.

have
içmek

Artık onu, içmekten alıkoymalıyız. - We have to stop him from drinking any more.

Biz biraz şarap içmek istiyoruz. - We'd like to have some wine.

have
sahip ol

Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı. - It must be nice to have friends in high places.

Neyin doğru olduğuna inandığını açıkça söyleme cesaretine sahip olmalısın. - You ought to have the courage to speak out what you believe to be right.

have
davet etmek

Faturayı ödemek zorunda kaldım! Bir dahaki sefere, onlar beni davet etmek zorunda kalacaklar. - I had to pay the bill! The next time, I'll have them invite me.

Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var. - I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.

have
{f} olmak

Mezun olmak için yeterli kredim yok. - I don't have enough credits to graduate.

Bu akşam yemekte benimle olmak ister misin? - Would you like to have dinner with me tonight?

have
{i} kumpas
have
{i} hile

Ben ne zaman hile yaptım? - When have I ever cheated?

Ben hile yapma niyetim yok. Konu ne? - I have no intention of cheating. What's the point?

have
{f} kabul etmek

Böyle uygunsuz bir öneriyi kabul etmek zorunda değildin. - You didn't have to accept such an unfair proposal.

Tom'un işini yapması için birini kabul etmek zorunda kalacağız. - We will have to take on someone to do Tom's work.

have
{i} varlıklı kimse
have
{f} bulunmak

Adil payına katkıda bulunmak zorundasın. - You have to contribute your fair share.

Son zamanlarda, ekonominin hızla geliştiğine dair sinyaller bulunmaktadır. - Recently, there have been signs that the economy is picking up steam.

have
(fiil) sahip olmak, olmak, elde etmek, almak, yapmak, etmek, kabul etmek, göz yummak, aldatmak, dolandırmak, zorunda olmak, bulunmak
have
{f} etmek

Yaptığınız şekilde hareket etmek için gerçekten sebebiniz varsa, o halde lütfen bana söyleyin. - If you really have grounds for acting the way you did, then please tell me.

Biz altıda orada olacaksak, şimdi hareket etmek zorundayız. - If we are to be there at six, we will have to start now.

الإنجليزية - الإنجليزية
have

I'm going to have some pizza and some Pepsi right now.

to partake of a particular substance (especially a food or drink) or action

    الواصلة

    to par·take of a par·ti·cu·lar sub·stance (especially a food or drink) or ac·tion

    النطق

المفضلات