Bana ders anlatmak zorunda değilsin.
- You don't have to lecture me.
Ders iki bölümden oluşuyor; biri teorik, diğeri pratik.
- The lecture is composed by two parts, one theoretical, the other practical.
Onun dersleri korkunç sıkıcı.
- His lectures are terribly boring.
Konferansçı genel olarak Amerikan edebiyatı ve özellikle Faulkner hakkında konuştu.
- The lecturer spoke generally about American literature and specifically about Faulkner.
Onun konferansları çok uzun.
- His lectures are very long.
Senin tarafından ders verilmem gerekmiyor.
- I don't need to be lectured by you.
Profesör, Orta Doğu üzerine bir ders verdi.
- The professor gave a lecture on the Middle East.
Okutman döndüğünde o gizlice sınıftan kaçtı.
- When the lecturer turned round, he sneaked out of the classroom.
Sadece örgütlenmemiş okutmanlardan nefret etmiyor musunuz?
- Don't you just hate unorganized lecturers?
... a lecture that I had given to the American Economic Association when I was the United ...
... of the big people in media, gave a lecture in Scotland, a ...