to her

listen to the pronunciation of to her
الإنجليزية - التركية
ona
ona

Banka ona 500 dolar ödünç verdi. - The bank lent her 500 dollars.

Ona kendi odamı gösterdim. - I showed her my room.

to them
onlara

O, uzun süredir onlara yazmadı. - He hasn't written to them in a long time.

Tom romanı onlara önerdi. - Tom recommended the novel to them.

her
o
her
onun

Onun elleri buz kadar soğuktu. - Her hands were as cold as ice.

Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi. - She promised to meet her at the coffee shop.

her
kendine

O kendi kendine mırıldanıyor. - She is muttering to herself.

Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi. - The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.

her
onu

Onu sevip sevmediğini bilmiyorum. - I don't know whether you like her or not.

Aşk onu rüyalarında görmektir. - Love is seeing her in your dreams.

her
dişil onun
her
{z} dişil onu; ona; ondan; onun: He loves her. Onu seviyor. He looked at her. Ona baktı. They hated her. Ondan nefret ettiler. It pleased
her
kendisi

Yeni bir araba satın alması için babasına baskı yaptığında Catherine'nin bir art niyeti vardı; O, arabayı kendisinin sürebileceğini umuyordu. - Catherine had an ulterior motive when she urged her father to buy a new car. She hoped that she'd be able to drive it herself.

Mary gerçekten harika. O benim için harika bir yemek pişirdi ve bulaşıkları bile kendisi yıkadı. - Mary is really great. She cooked a wonderful meal for me and even washed the dishes herself.

her
ondan

O ondan daha akıllıdır. - He's smarter than her.

Siz ondan daha uzun boylusunuz. - You are taller than her.

her
dişil onu
to me
bana göre

O bana göre iki yıl kıdemli. - She is senior to me by two years.

Bana göre bir anlamı yok. - It doesn't make sense to me.

to you
sana

Bir kuş olsam, sana uçabilirim. - If I were a bird, I would have been able to fly to you.

Sana hikayeyi kim anlattı? - Who told the story to you?

to us
bize

Niçin geç kaldığını bize açıklamasını talep ettik. - We demanded that he explain to us why he was late.

Tom bize yazacağını söyledi. - Tom said he would write to us.

her
kendi

Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi. - The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.

Yumi oraya kendi gitti. - Yumi went there by herself.

to it
ona
to somebody
birini

Birlikte çalıştığım birinin yanında yaşıyorsun - You live next to somebody I work with.

to somebody
birine

Çek birine para ödeme yöntemidir. - A check is a method of paying money to somebody.

Bunu başka birine söyle. - Tell it to somebody else.

to someone
birini

Tom tanımadığı birinin yanında oturdu. - Tom sat down next to someone he didn't know.

to you
size

Ne yapılacağı size kalmış. - What to do is up to you.

Siz sadece onu istemek zorundasınız ve o size verilecektir. - You have only to ask for it and it will be given to you.

her
(dişil) onu
to someone
birine

Eğer uçağın kaza yapacağını birine söylersen, bu söylem hiç bir şey ifade etmeyecek. - If you say this to someone whose plane is going to crash, this phrase is not going to mean anything.

Amerika Birleşik Devletlerinde, hapşırdıklarında birine çok yaşa deriz. - In the U.S., we say bless you to someone when they sneeze.

Toher
İrlandalı Çingene
to it
o
to me
bendene
to this
Bunun

Bunun anahtarının nerede olduğunu biliyor musunuz? - Do you know where the key to this is?

Tom hâlâ hayatta olsaydı bugün nasıl görünürdü?Aşağıdaki fotograf kullanımı, bunun bir cevabını bulmaya çalışıyor. - How would Tom look today if he were still alive? The following photomanipulation attempts to find an answer to this.

to you
senine
to you
sizlerin
to your
için
to him
ona

Ona beş dolar ödedim. - I paid five dollars to him.

Meseleyi ona bırakmaktan başka çaremiz yoktu. - We had no choice but to leave the matter to him.

to someone
hatır için as a favor
to this
buna

O elbiseyi buna tercih ederim. - I prefer that dress to this one.

Buna alışabildiğimi düşünüyorum. - I think I could get used to this.

التركية - التركية
(Osmanlı Dönemi) f. Bütün, hep, tamamen
Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, "...-in hepsi" anlamını verir: "Bir hafta, her gece çalışmak suretiyle hikâyesini bitirdi."- H. E. Adıvar
Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, "...-in hepsi" anlamını verir
الإنجليزية - الإنجليزية
The form of she used after a preposition or as the object of a verb; that woman, that ship, etc

The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..

Belonging to her

This is her book.

High Efficiency Red
adv: here 32
The hard error rate is the frequency of errors caused by permanent physical defect in the memory system The hard error rate is usually much lower than the soft error rate
Sah'english | adronato
her WEAK STRONG Her is a third person singular pronoun. Her is used as the object of a verb or a preposition. Her is also a possessive determiner
You use her to refer to a woman, girl, or female animal. I went in the room and told her I had something to say to her I really thought I'd lost her. Everybody kept asking me, `Have you found your cat?' Her is also a possessive determiner. Liz travelled round the world for a year with her boyfriend James
pron. specific female; possessive form of she
Of them; their
{p} belonging to a female or woman
To it
thereto
To that
thereto
her
Her is sometimes used to refer to a country or nation. Her is also a possessive determiner. Our reporter looks at reactions to Britain's apparently deep-rooted distrust of her EU partner
her
adj [{referring to something that belongs to a female} (This is ~ book )] punya dia (dia) 2 pron [{object pron referring to a female} (Please give ~ this letter )] dia
her
Herpa 1: 43 resin Germany
her
In written English, her is sometimes used to refer to a person without saying whether that person is a man or a woman. Some people dislike this use and prefer to use `him or her' or `them'. Talk to your baby, play games, and show her how much you enjoy her company. Her is also a possessive determiner. The non-drinking, non smoking model should do nothing to risk her reputation
her
The form of the objective and the possessive case of the personal pronoun she; as, I saw her with her purse out
her
le
to it
to that; "with all the appurtenances fitting thereto"
to this
hereto
التركية - الإنجليزية
every

Do you study English every day? - Her gün İngilizce çalışıyor musun?

These are on sale everywhere. - Bunlar her yerde satılıyor.

any

Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout. - Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.

Give help to anyone who needs it. - Her kimin ihtiyacı olursa ona yardım et.

(Askeri) each

How many times does the bus run each day? - Otobüs her gün kaç kez çalışır?

Each person paid one thousand dollars. - Her biri bin dolar ödedi.

all

All that glitters is not gold. - Parlayan her şey altın değildir.

Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout. - Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.

pan

Pandas spend at least 12 hours each day eating bamboo. - Pandalar her gün en az 12 saati bambu yiyerek geçirirler.

Tom came into the living room, not wearing any pants. - Tom herhangi bir pantolon giymeden oturma odasına girdi.

omni

Jane Goodall discovered that chimpanzees are omnivorous, not vegetarian. - Jane Goodall şempanzelerin her şeyi yediklerini, vejetaryen olmadıklarını keşfetti.

Only God can safely be omnipotent. - Sadece Tanrı güvenle her şeye gücü yeter olabilir.

ladyship
per

Each person paid one thousand dollars. - Her biri bin dolar ödedi.

Although each person follows a different path, our destinations are the same. - Her insan farklı bir yol izlesede, hedeflerimiz aynıdır.

every single

I think about that every single day. - Her gün onu düşünürüm.

One should take good care of every single thing. - Biri her şeye iyi bakmalı.

soever
(Bilgisayar) recur every
(Bilgisayar) refresh every
(Bilgisayar) for all

That dispute has been settled once and for all. - O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.

He was in favor of equality for all. - O, herkes için eşitliğin lehindeydi.

(Bilgisayar) start every
either

Do you know either of the two girls? - İki kızın her birini tanıyor musun?

You may take either of the two books. - İki kitaptan herhangi birini alabilirsin.

whatever

He believes whatever I say. - O, söylediğim her şeye inanır.

You can eat whatever you like. - Her ne istiyorsanız yiyebilirsiniz.

whoever

Whoever finds the bag must bring it here. - Her kim çantayı bulursa onu buraya getirmelidir.

Whoever comes will be welcomed. - Her gelen sıcak karşılanacak.

every; each
to her

    التركية النطق

    tı hır

    النطق

    /tə hər/ /tə hɜr/

    فيديوهات

    ... So basically, her doctor said, well, do what you can to take ...
    ... I tell her not to write a song about me, you know. ...
المفضلات