Biletler, alındığı gün de dahil olmak üzere sadece iki gün geçerlidir.
- Tickets are valid for just two days, including the day they are purchased on.
Caz ölmedi, sadece komik kokuyor.
- Jazz isn't dead, it just smells funny.
Bütün kanunlar adil değildir.
- Not all laws are just.
Onun payını ödememiz adildir.
- It is just that we should pay his share.
Bu sabah buraya yalnızca ben geldim.
- I just got here this morning.
Bu yalnızca onun şemsiyesi olmalı.
- This just has to be his umbrella.
Yolculuk henüz başladı.
- The journey has just begun.
Eğer henüz yemek yediysen, yüzmesen iyi olur.
- You'd better not swim if you've just eaten.
Ben onu adaletli yapamam.
- I can't do it justice.
Biz o konuda her iki tarafa adaletli davranmalıyız.
- We should do justice to both sides on that issue.
Açıklama makul geliyor ama bu sadece tutarlı değil.
- Your explanation sounds plausible, but it just doesn't hold water.
Öyle yapmamın makul olduğunu düşüneceksin.
- You will think it just that I should do so.
Ann raporunu yazmayı az önce bitirdi.
- Ann has just finished writing her report.
Suudi Arabistan büyük elçisinin istifa ettiğini az önce gördüm.
- I've seen just now that the ambassador of Saudi Arabia has resigned.
Maskeler sarı kum tozunu,polenlerden dahada küçük,ne kadar iyi engelleyebilir?Sanırım o polenden oldukça daha fazla bir baş belasıdır.
- Just how well can masks block the, even smaller than pollen, yellow sand dust? I think it much more of a nuisance than pollen.
O, tam senin gibi, iyi bir golfçü.
- He, just like you, is a good golfer.
Sadece haklı olabilirsin.
- You might just be right.
Haksız bir barış, haklı bir savaştan daha iyidir.
- An unjust peace is better than a just war.
Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.
- Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'.
Bir kelime kullandığımda,Humpty Dumpty ifade etmek için tam benim seçtiğimi o ifade ediyor-ne daha fazla ne daha az dedi.
- When I use a word, Humpty Dumpty said, it means just what I choose it to mean - neither more nor less.
Tom tam doğru zamanda geldi.
- Tom showed up at just the right moment.
Ümit; bir saat önce bitirdiğin çikolatalı çörek kutusunun sihirle tekrar dolup dolmadığını kontrol etmek için çılgın bir adam gibi birdenbire mutfağa doğru koştuğundadır.
- Hope is when you suddenly run to the kitchen like a mad man to check if the empty chocolate cookie box you just finished an hour ago is magically full again.
Caz ölmedi, sadece komik kokuyor.
- Jazz isn't dead, it just smells funny.
Bizim bu evimiz sadece yeniden dekore edildi ve altı aylığına burada yaşamadık.
- This house of ours has just been redecorated, and we haven't lived here for sixth months.
Ben onu ararken sadece bir dakika yerinde kal.
- Just stay put for a minute while I look for him.
Bence Tom'un öfkesi sadece bir savunma mekanizması; Yerinde olsam şahsen bunu kabul etmezdim.
- I think Tom's anger is just a defense mechanism; I wouldn't take it personally if I were you.
Ben sadece Tom'un Mary ile mantıklı konuşabileceğini düşündüm.
- I just thought Tom might talk some sense into Mary.
Sadece bana mantıklı gelmiyor.
- That just doesn't make sense to me.
Tom testi sadece zar zor geçti.
- Tom just barely passed the test.
Tom kirayı ödemek için yeterli parayı zar zor kazanmayı başardı.
- Tom just barely managed to earn enough money to pay the rent.
Tom geçinmek için güçlükle yeterince kazanıyor.
- Tom just barely earns enough to live on.
Testi güçlükle geçebildim.
- I just barely managed to pass the test.
Ben kimim? Ben bir şairim. Ne yapıyorum? Yazıyorum. Nasıl yaşıyorum? Güçbela yaşıyorum.
- Who am I? I am a poet. What do I do? I write. How do I live? I just live.
Fukushima No.1 nükleer santralinde, depremden hemen sonra bütün reaktörler durdu.
- At the Fukushima No.1 nuclear power plant, all the reactors stopped just after the quake.
Tom hemen her şeyi yiyebilir.
- Tom can eat just about anything.
Tom fıstığın haricinde neredeyse her şeyi yiyebiliyor.
- Tom can eat just about anything but peanuts.
Bu oda neredeyse yeterince büyük.
- This room is just about big enough.
Güneş biraz önce battı.
- The sun just went down.
Biraz önce sana söylediklerimi unut.
- Forget what I have just told you.
Mary daha yeni eve geldi.
- Mary has just come home.
Tom satın aldığı yeni masa örtüsünü masaya koydu.
- Tom put the new tablecloth he had just bought on the table.
Büyükçe bir sandalye, ama kapı aralığından anca geçer.
- It's a biggish chair, but it'll just barely fit through the doorway.
Kesinlikle. Ancak onu teyit etmem gerekecek, lütfen sadece biraz bekleyin.
- Certainly. I will need to confirm it, however. Please wait just a moment.
Küçük ev, şimdiye kadar tıpkı altındaki kadar iyi olmasına rağmen,eski püskü görünmeye başladı.
- The small house had come to look shabby, though it was just as good as ever underneath.
Ben şimdi onun adını hatırlayamıyorum.
- I can't think of his name just now.
Biz sadece dürüst oluyoruz.
- We were just being honest.
Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı.
- Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger.
Büyüyünce tıpkı babam gibi olmak istiyorum.
- When I grow up, I want to be just like my father.
Sadece net bir cevap istiyorum. Daha fazla bir şey değil.
- I just want a straight answer. Nothing more.
Yeni şapkana tam anlamıyla bayılıyorum.
- I just adore your new hat.
Tom'un en büyük oğlu, tam anlamıyla kendisine benziyor.
- Tom's oldest son looks just like him.
Tom tek kelimeyle iyi yönetiyor.
- Tom has been managing just fine.
Tom tek kelimeyle iyi yönetiyor.
- Tom is managing just fine.
Tom kıl payı treni kaçırdı.
- Tom just missed the train.
Adalet sonunda galip gelecek.
- Justice will prevail in the end.
Bu ülkede adalet biraz çifte standartlıdır: fakirlerin adaleti ve zenginlerin adaleti.
- Justice in this country is a bit of a double standard: there is the justice of the poor and the justice of the rich.
Henüz sabahın beşiydi ama yine de aydınlıktı.
- It's just five in the morning, but nevertheless it is light out.
Yolculuğumuz; uzun, çetin ve tehlikeliydi. Yine de evlerimize sağ salim döndüğümüz için mutluyuz.
- Our trip was long, difficult and dangerous. We're just happy to be back home in one piece.
Sadece yalnız bırakılmak istediler.
- They just wanted to be left alone.
Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.
- Some read books just to pass time.
Barış şiddetin yokluğu değildir ancak adaletin varlığıdır.
- Peace is not the absence of violence but the presence of justice.
Tom sadece arkadaş olmak istedi. Ancak, Mary çok daha fazlasını istedi.
- Tom wanted to be just friends. However, Mary wanted much more.
He calls it vermillion, but it's just red to me.
It is a just assessment of the facts.
It looks like a just solution at first glance.
The piece just might fit.
He wants everything just right for the big day.
... >>Lady Gaga: I just want to say before we begin, ...
... >>Marissa Mayer: And just -- someone found one over here. ...