O her zaman biriyle uyuşmazlık içinde gibi görünüyor.
- He seems to be always in conflict with someone.
Ben çatışmadan kaçınmaya çalıştım.
- I tried to avoid conflict.
Bu çatışmayı çözmek imkansız.
- It is impossible to resolve the conflict.
Tom'un yerinde olmak istemem.
- I wouldn't like to be in Tom's shoes.
O, öğle yemeğinde zamanında olmak için babasına söz verdi.
- She promised her father to be in time for lunch.
Din ve bilim arasında büyük bir anlaşmazlık vardır.
- There is a great conflict between religion and science.
Orada siyasi anlaşmazlıklarda her gün birçok insan hayatını kaybetti.
- Every day many human lives were lost there in political conflicts.