Tom otobüsü yakalamak için koşmak zorunda kaldı.
- Tom had to run to catch the bus.
Ben istasyona kadar koşmak zorunda kaldım.
- I had to run to the station.
Yalnız kalmak istiyorum.
- I don't like to be alone.
Sadece yalnız kalmak istediklerini söylediler.
- They said they only wanted to be left alone.
Bana göre bir anlamı yok.
- It doesn't make sense to me.
O bana göre altı yıl kıdemli.
- She is senior to me by six years.
Seninle gerçek hayatta buluşmak harikaydı.
- It was awesome to meet you in real life!
Tom Mary ile yeniden buluşmak için istekli.
- Tom is eager to meet Mary again.
Kanatlarım olsa, sana uçarım.
- If I had wings, I would fly to you.
Bu kitap sana epey faydalı olabilir.
- This book may well be useful to you.
Niçin geç kaldığını bize açıklamasını talep ettik.
- We demanded that he explain to us why he was late.
Bay Hasimoto bize karşı adil.
- Mr. Hashimoto is fair to us.
O şüphesiz zengin ama onun çok akıllı olduğunu sanmıyorum.
- She is rich, to be sure, but I don't think she's very smart.
O iyi bir insan, şüphesiz, fakat çok akıllı değil.
- He is a nice person, to be sure, but not very clever.
O ünlü bir adam, elbette ben ondan hoşlanmıyorum.
- He is a famous man, to be sure, but I don't like him.
O elbette toplantıdaydı ama uyuyordu.
- He was at the meeting, to be sure, but he was asleep.
Tom'un burada olmayı planladığından emin olmak istedim.
- I wanted to be sure Tom was planning to be here.
Bunu yapmak istediğin için yaptığından emin olmak istiyorum.
- I want to be sure that you're doing this because you want to.
Hayalinin gerçekleşeceği gün kesin gelecek.
- The day is sure to come when your dream will come true.
O, bu gece benim evime gelecek.
- He is to come to my house tonight.
Onun açıklaması tam isabetliydi.
- Her explanation was to the point.
Cevabı çok isabetliydi.
- His answer is to the point.
Onun konuşması tam yerindeydi.
- His speech was to the point.
Ben size yazabildiğim kadar kısa sürede yazacağım.
- I will write to you as soon as I can.
Üzgünüm size yazmam uzun sürdü.
- Sorry it took me so long to write to you.
Bir ölçüde Psikoloji öğrenimi yaptım.
- I have studied Psychology to some extent.
Tom bir ölçüde Fransızca konuşur.
- Tom speaks French to some extent.
Bir dereceye kadar seninle aynı fikirdeyim.
- To some extent I agree with you.
Fadıl, bir dereceye kadar Leyla'ya olanlardan sorumluydu.
- Fadil was responsible to some extent to what happened to Layla.
Ayaklarımızı sıcak tutmak için ayaklarımızı yer değiştirmek ve hareket ettirmeye devam etmek zorunda kaldık.
- In order to keep our feet warm we had to shift from one foot to another and keep moving.
Lojban'ın geliştirilmesinde, dili ilk aşamasından beri tarafsız tutmak için çabalar tutarlı olarak yapılmıştır.
- In the development of Lojban, efforts were consistently made since the initial phase to keep the language culturally neutral.
Tom Mary'ye bakmak zorunda.
- Tom has to look after Mary.
İngilizce bir kitap okurken bilmediğin her kelimeye sözlükten bakmak pek harika bir fikir değil.
- When you're reading an English book, it isn't a great idea to look up every word you don't know.
Sevilmemek üzücüdür fakat sevememek çok daha üzücüdür.
- It is sad not to be loved, but it is much sadder not to be able to love.
Onu severdim fakat artık sevmiyorum.
- I used to love her, but not anymore.
Onları özlemeyecek misin?
- Aren't you going to miss them?
Tom'u özlemeyecek misin?
- Aren't you going to miss Tom?
Bir yere kadar seni anlayabilirim.
- I can understand you to some extent.
Bir yere kadar bu problemi anlayabilirim.
- I can understand this problem to some extent.
Onun sorunla başa çıkmak için yeterli deneyimi yoktu.
- He didn't have enough experience to cope with the problem.
Bu kitap, bugüne kadar onun en iyi çabası.
- This book is his best effort to date.
Bugüne kadar dokuz ülkeden daha fazlasını ziyaret ettim.
- I have visited more than nine countries to date.
Bir pizza sipariş etmek istiyorum.
- I'd like to order a pizza.
Şeyleri düzine ile sipariş etmek daha ucuzdur.
- It's cheaper to order things by the dozen.
Otel kasasına bir şeyler koymak istiyorum.
- I'd like to put some things in the hotel safe.
Onu bu hastaneye koymak gerekli değildir.
- It's not necessary to put him in the hospital.
Müfettiş kimin neyi kime, nerede, ne zaman ve niçin yaptığını bilmek istiyor.
- The investigator wants to know who did what to whom where, when, and why.
İlk kek parçasını kime vereceksin?
- To whom will you give the first piece of cake?
I gave the book to him.
His face was beaten to a pulp.
ten to ten = 9:50; We're going to leave at ten to (the hour).
We are walking to the shop.
If he hasn't read it yet, he ought to.
They drank to his health.
Three to the second is nine.
Please would you push the door to.
similar to ..., relevant to ..., pertinent to ..., I was nice to him, he was cruel to her, I am used to walking.
Odds are, BP to get new CEO this year.
Stay where you're to and I'll come find you, b'y.
To date, they have sold only 500 copies of the book.
Right now, out of four bicycles, that's two down and two to go.
I'd like two burgers, two small orders of fries and two shakes, to go.
J to the L-O.
Ten to the zero (1).
His letter was short and to the point.
I'm glad to know you.
- I am glad to know you.
I want to know who is coming with us.
- I want to know who's coming with us.
I'm very happy to see you.
- I am very happy to see you.
I am very glad to see you.
- I am very happy to see you.