Çeşitli şeyler hakkında konuştuk.
- We talked about various things.
Lütfen değerli şeyleri burada bırakmayın.
- Please don't leave valuable things here.
Dolapta Tom'un eşyalarının bulunduğu bir kutu buldum.
- I found a box of Tom's things in the closet.
Eşyaları biraz daha ciddi bir şekilde al.
- Take things a little more seriously.
Bütün bu şeyi planlayan kişi sen miydin?
- Were you the one who planned this whole thing?
Bir kişinin hayatı geçici bir şeydir.
- The life of a person is a transient thing.
Tüm canlılar bir gün ölür.
- All living things die some day.
Canlılar hücrelerden oluşur.
- Living things are made from cells.
Biz zengin ya da fakir olup olmadığımıza göre, olayları farklı görürüz.
- We see things differently, according to whether we are rich or poor.
Olayları gerçekten oldukları gibi görmeye çalış.
- Try to see things as they really are.
Aşağıdaki sözcüklere adıl denir ve cümlede özne olarak kullanılırlar. Onlar bir kişi veya nesne sunarlar.
- The following words are called pronouns and are used as the subject of a sentence. They represent a person or a thing.
Tom'un yolculuğu sırasında yanına alacağı şeylerin listesinde ilk nesne cep telefonu şarjıydı.
- The first item on Tom's list of things to take with him on his trip is his mobile phone recharger.
Çocukların çok şeye ihtiyacı var, ancak her şeyden önce sevgiye ihtiyaçları var.
- Children need many things, but above all they need love.
Yapmanıza ihtiyaç duyduğum bir şey daha var.
- There's one more thing I need you to do.
Konuları sallantıda bırakmayı sevmiyorum.
- I don't like to leave things up in the air.
Öyle şeyler konusunda bilgim yok.
- I don't know about things like that.
Kimse bir defada iki şeyi yapamaz.
- Nobody can do two things at once.
Tom başka hiç kimsenin yapmak istediği her şeyi yapmak için gönüllüydü.
- Tom volunteered to do all the things no one else wanted to do.
Büyük annem giysiler örmeyi seviyor.
- My grandmother likes to weave things.
Yaşlı insanlar sık sık yeni şeyleri denemekten korkarlar.
- Older people are often afraid of trying new things.
Bir Japon insanı böyle bir şeyi asla yapmazdı.
- A Japanese person would never do such a thing.
I actually like them; the thing is, I can't stand their neighbours, that's why I don't visit them.
Aslında onları seviyorum, olay şu: Komşularından hiç hazetmiyorum, bu yüzden onları ziyaret etmiyorum.
Batman hakkında bilmeniz gereken şey, onun süper kahraman olmasıdır.
- The thing you have to know about Batman is, he's a superhero.
Tom'a söylemen gereken her şeyi düşün.
- Think of all the things you should tell Tom.
Tom'un eşyaları kara borsadan aldığını işittim.
- I've heard that Tom buys things on the black market.
Bunlar senin eşyaların mı?
- Are these your things?
İşler planlandığı gibi gitmedi.
- Things didn't go as planned.
Umarım sizin için işler yolunda gidiyordur.
- I hope things have been going well for you.
Büyük annem giysiler örmeyi seviyor.
- My grandmother likes to weave things.
Tom olaylar hakkında biraz daha olumlu olmayı öğrense, büyük olasılıkla insanlar ondan biraz daha hoşlanır.
- If Tom would learn to be a little more positive about things, people would probably like him a bit more.
Biz zengin ya da fakir olup olmadığımıza göre, olayları farklı görürüz.
- We see things differently, according to whether we are rich or poor.
Sabah derhal orada olacağım.
- I'll be there the first thing in the morning.
Sabahleyin derhal seni arayacağım.
- I'll call you first thing in the morning.
Evvela hiç param yok ve ikinci olarak hiç boş vaktim yok.
- For one thing, I've no money, and for another, I've no leisure.
Eğer su olmasa canlılar yaşayamaz.
- If it were not for water, no living things could live.
Canlılar hücrelerden oluşur.
- Living things are made from cells.
Ortalık vahşileşmek üzere.
- Things are about to get wild.
Koşullar sadece daha kötüleşecek.
- Things are only going to get worse.
Koşullar hızla değişiyor.
- Things are changing fast.
İlişkiler çirkinleşiyor.
- Things are getting ugly.
İlişkiler daha kötü oluyorlar.
- Things are getting worse.
Tom gittikten sonra buralarda gidişat aynı olmayacak.
- Things won't be the same around here after Tom leaves.
Gidişat çok hızlı değişir.
- Things change too quickly.
Ortak çok şeyimiz var: örneğin hobilerimiz, eğitim durumu.
- We have many things in common: hobbies, educational backgrounds, for instance.
Bizim ortak çok şeyimiz var: hobiler, öğretim durumu, ve benzeri.
- We have many things in common: hobbies, educational background, and so on.
Umarım vaziyet çok değişmez.
- I hope things don't change too much.
Tom'un eşyaları kara borsadan aldığını işittim.
- I've heard that Tom buys things on the black market.
Eşyaları biraz daha ciddi bir şekilde al.
- Take things a little more seriously.
Lütfen değerli şeyleri burada bırakmayın.
- Please don't leave valuable things here.
Diğerleri hakkında kötü şeyler söyleme.
- Don't say bad things about others.
Before Thorstein left home, he and Asgerd decided to take Arinbjorn's gift, the silk cloak, out of Egil's chest, and Thorstein wore it to the Thing.
you poor thing.
The thing is, I don't have any money.
Get me a thing of apple juice at the store.
The car looks cheap, but the thing is, I have doubts about its safety.
I need a present for my friend, and I think this is just the thing.
I'd like to come, but the thing is, I just can't afford it.
But the thing of it is , everybody was rooting for the other individual and I was the only one rooting for him.
"I get to travel with my job but the downside is I have to give talks." "Well, there's no such thing as a free lunch.".
The thing is, my car is being repaired, so how can I get groceries for the weekend?.
He's a good mechanic, and surely knows a thing or two about car engines.
Me winning the lotto? Chance'd be a fine thing.
Michelle's mouth was open wide. I could see the dangly thing hanging in the back.
I would help you, but I don't know the first thing about gardening.
I'll meet you first thing at the station.
Inventors all come in claiming their creation is the greatest thing since sliced bread, but most patents never make money.
Thanks a lot for your help. / Sure thing!.
Can you finish by tomorrow? / Sure thing!.
I just know he's off spending the night with some sweet young thing he picked up in a bar.
Ole Golly just had indoor things and outdoor things.... She just had yards and yards of tweed which enveloped her like a lot of discarded blankets, which ballooned out when she walked, and which she referred to as her Things. —Louise Fitzhugh, Harriet the Spy (1964).
Household chemicals are about as personal as modern science gets. We are surrounded by hundreds of them every day — they're in our furnishings, our cosmetics, our vinyl floor tiles and plastic baby bottles. . . . Are they too much of a good thing?.
... Like a nice thing somebody doesn't know. ...
... has been a good thing to know that i wanted to end i want to a doctor ...